WASHINGTON (AA) - ABD'de ve uluslararası platformlarda, bu ülkenin dış politikasının önemli bir evrimden geçtiği tartışmaları devam ederken, 3 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimi sürecinde başkan adaylarının dış politikadaki hedeflerinin benzer, uygulama yöntemlerinin farklılık arz etmesi dikkati çekiyor.

ABD’de 3 Kasım’da yapılacak 59’uncu başkanlık seçimleri ülkenin yakın tarihinin en önemli seçimlerinden biri olarak görülüyor.

Toplumda ve medyada ciddi bir kutuplaşmanın yanı sıra, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, ekonomide beklenen durgunluk, seçime yurt dışından dezenformasyon yoluyla müdahale edilme ihtimali, seçimde oyların sayımında olması beklenen gecikme ve yolsuzluk olabileceği iddiaları bu seçimleri kritik kılıyor.

Mevcut Başkan Cumhuriyetçi Donald Trump ile rakibi eski Başkan Yardımcısı Demokrat Joe Biden kampanya etkinliklerinde söz konusu iddia ve tartışmalara yönelik değerlendirmelerde bulunuyor.

Ancak her iki adayın da nadiren dış politika konularına temas etmesi, yapılan canlı yayın tartışmalarında iki adaya dış politika konularına ilişkin soruların sorulmaması dikkati çekiyor.

Biden, etkinliklerinde Trump döneminde ABD’nin küresel diplomasideki güven ve saygınlığını kaybettiğini ifade etmekle yetiniyor.

Trump ise başta Çin olmak üzere diğer ülkelere verilen imtiyazlara kendisi tarafından ilgili anlaşmalardan çekilmek suretiyle son verildiğini, İran nükleer anlaşmasından çekilerek İran’a baskıyı artırdığını belirtiyor ve İranlı General Kasım Süleymani ile DEAŞ elebaşı Ebubekir El Bağdadi’nin öldürülmesi ve başka ülkelerdeki ABD askerlerini geri çekmekle ülkeyi "sonu gelmeyen savaşlardan" kurtardığını hatırlatarak dış politikaya değiniyor.

Amerikan kamuoyunda iki adayın dış politika öncelikleri çok az tartışıldığından dolayı da uluslararası kamuoyunda Trump ve Biden’ın dış politika vaatleri merak konusu haline geldi.

İzolasyon mu yeni soğuk savaş mı?

Son yıllarda özellikle de Trump’ın ülkeyi savaşlardan, çokuluslu anlaşmalardan ve Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altındaki örgütlerden çekmesi yönündeki fiil ve açıklamalarıyla bu yönde tehditlerde bulunması, hem akademide hem de medyada ABD’nin gelecek yıllarda İkinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi dış politikasında izolasyon stratejisine döneceği tartışmasını beraberinde getirdi.

Bununla birlikte ABD’nin Çin ile girdiği "ticaret savaşı", Rusya’ya karşı Doğu Avrupa’ya yığınak yapması, Ulusal Güvenlik ve Ulusal Savunma Stratejilerinde önceliğin "büyük güç rekabetine" verilmesi ve ABD’nin nükleer ve konvansiyonel askeri gücünü modernize etmeye çalışması aynı mecralarda ABD’nin yeni bir soğuk savaşa hazırlandığı tartışmalarına yol açmış durumda.

Bu nedenle, 2020 seçimlerinde başkan adaylarının dış politika öncelikleri uluslararası kamuoyu için önem arz ediyor.

Trump ile Biden'ın dış politika önceliklerinde benzerlikler farklılıklardan fazla iken birçok konuda iki adayın sadece yöntem bakımında farklılık arz ettiği dikkat çekiyor.

İki aday da Çin’e baskı uygulanmasından yana

Çin ile ilişkiler, son yıllarda ABD dış politikasının en önemli konularının başında geliyor.

Gerek Trump’ın Çin mallarına ek gümrük vergileri getirmekle Pekin yönetimiyle girdiği ticaret savaşı, gerek Çin’in askeri harcamalarını sürekli bir şekilde artırarak başta Pasifik ve Afrika olmak üzere dünyada küresel güç projeksiyonunda bulunması bu ülkeyi ABD’nin en öncelikli dış politika konusu haline getirmiş durumda.

Son olarak dünyayı etkisi altına alan ve ABD’de 220 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine yol açan Kovid-19 salgınındaki rolü bakımından da ABD’de Çin’e karşı politika geliştirilmesi konusunda bir konsensüs söz konusu.

Hem Trump hem de Biden Çin’e baskı kurulması konusunda hemfikir ancak iki aday, bunun nasıl yapılacağı konusunda farklı düşünüyor.

Biden’ın danışmanları Trump yönetiminin Çin'i "ABD menfaatlerinin altını oyan otoriter bir rejim" tanımlamasına katılıyor ve mevcut yönetimin Çin’e uyguladığı ek gümrük vergileri ile üretim bakımından Çin’e bağımlılığı azaltma politikasının devam ettirileceğini ifade ediyor.

Çin’in askeri olarak çevrelenmesi ve bölge ülkelerle ittifakların geliştirilmesi konusunda da Biden’ın mevcut yönetimin politikasını izleyeceği ifade ediliyor ancak tüm bunları yaparken Trump’ın aksine, Çin ile küresel sorunlar konusunda ortak çalışılabileceğini, Japonya, Güney Kore ve Avrupa’ya yönelik gümrük vergilerini kaldırarak Pekin’e karşı bir koalisyon oluşturulması ve daha az saldırgan bir retorik kullanılması gerektiğini düşünüyor.

Biden ayrıca ABD’nin çokuluslu anlaşma ve BM örgütlerinden çekilmesinin aynı zamanda Çin’e alan açtığını ve Washington’ın bu anlaşma ve örgütlere dönmesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Biden’ın Orta Doğu politikası aktör eksenli

Trump göreve geldikten sonra, İran anlaşmasından çekildi, İran’a çok sayıda yaptırım uyguladı, İran’ın Orta Doğu’daki kritik ismi Kudüs Kuvvetleri Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesi emrini verdi. Öte yandan, Filistin-İsrail müzakerelerindeki teamülleri hiçe sayarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı, İsrail’in işgal ve ilhak politikalarına göz yumdu, Golan tepelerin üzerinde İsrail’in egemenliğini tanıdı. Ayrıca, Yemen’deki iç savaşta körfez koalisyonunu destekledi. Körfez liderleri ile bireysel ilişkiler kurarak bu ülkelerin son zamanlarda İsrail ile normalleşme anlaşmaları için sıraya girmesini sağladı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürtmesine göz yumdu. Taliban ile masaya oturarak anlaşma imzaladı ve Irak ile Afganistan’daki Amerikan askerlerinin çekilmesi gerektiğini savunuyor.

Biden bu yaklaşım ve politikalara karşı tek bir tutum sergilemiyor. Demokrat aday, başkan yardımcısı olduğu dönemde imzalanan İran nükleer anlaşmasından çekilmenin yanlış olduğunu savunuyor. İran’ın tek taraflı bir müdahaleden ziyade uluslararası bir koalisyon ile baskı altına alınması gerektiğini düşünüyor.

Biden, başkan yardımcılığı yıllarında olduğu gibi İran’a veya Orta Doğu’daki herhangi bir aktöre yönelik askeri güç kullanma fikrine temkinli yaklaşıyor. Bu nedenle Kasım Süleymani gibi isimlerin askeri operasyonla ortadan kaldırılmasının ABD menfaatlerini korumaya katkı sağlamadığını savunuyor.

Diğer taraftan, bölgedeki Amerikan askerlerin çekilmesi konusunda Biden ile Trump arasında benzer bir yaklaşım söz konusu.

Ancak Biden askerlerin çekilmesi konusunda "gerekli koşulların oluşması" gerektiğini düşünürken Trump, ABD’nin Orta Doğu’da on yıllardır devam eden çatışmalardan bir an önce çekilmesi gerektiğini savunuyor.

Trump yönetiminin seçim kampanyasında gururla dile getirdiği İsrail-Filistin stratejisi, Biden tarafından dikkat çekici bir şekilde destekleniyor.

Biden, İsrail ile körfez ülkeleri arasındaki normalleşme sürecine desteğini açıklıkla ifade ederken kendisinin de burada payı olduğunu iddia ediyor.

Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasına sessiz kalan Biden, ABD Elçiliğini Kudüs’te bırakacağını, Filistin yönetimi için Kudüs’te başkonsolosluk açacağını, Filistin Kurtuluş Örgütünün Washington’daki ofisini tekrar açacağını ve Filistin’e yardımları yeniden başlatacağını ifade ediyor.

Biden’ın aynı zamanda Trump’ın aksine İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya koşulsuz desteği sonlandırması ve yasa dışı yerleşimler konusunda ABD söylemini Obama yönetiminin çizgisine çekmesi bekleniyor.

Trump, körfez ülkelerini bir silah pazarı olarak görüyor. Buna karşın Biden, körfez liderlerinin insan hakları ihlallerine göz yumulmaması gerektiğini düşünüyor. Biden başta Muhammed Bin Selman olmak üzere körfez liderlerinin işledikleri insan hakları ihlallerinin hesabını vermesi gerektiğini savunuyor.

Her iki aday da Rusya'ya karşı "en katı isim" olduğunu savunuyor

Rusya son yıllarda ABD siyasetinde ilginç bir rol oynadı. Rusya'nın 2016'daki seçimlere Trump lehine müdahale ettiği gerekçesiyle başlatılan ve 2,5 yıl süren Rusya soruşturması nedeniyle bu ülkeyle ilişkiler de önemli bir dış politika başlığını oluşturuyor.

Göreve gelir gelmez Rusya soruşturmasıyla karşı karşıya kalan Trump, tüm eleştirilere rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e yönelik sert veya ağır ifadeler kullanmadı.

Bununla birlikte, yaptırımlarla Rusya'ya karşı sert adımlar atan Trump, Ukrayna'ya yardımları artırdı ve Rusya'yla yapılan bazı önemli anlaşmalardan çekilerek tavrını ortaya koydu.

Trump "Rusya’ya karşı kendisinden daha katı bir isim" olmadığını savunurken, Biden Trump’ı "Putin’in kuklası" olarak tanımlayıp kendisinin Rusya ile mücadele için biçilmiş kaftan olduğunu savunuyor.

Rusya’nın ABD kamuoyunu manipüle ettiği iddiaları ve ABD güvenlik bürokrasisinin Rusya yaklaşımı iki adayın da Moskova’ya yönelik retoriğini şekillendirdiği üzerinde duruluyor.

Biden’ın Türkiye karşıtı tavrı net

ABD-Türkiye ilişkileri Trump döneminde gerilimin tırmandığı dönemeçler yaşasa da, iki ülkenin liderleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Trump arasındaki diyaloğun ilişkiler üzerindeki "koruyucu" etkisi öne çıktı.

Trump her fırsatta "Türkiye ve Erdoğan ile çok iyi ilişkilerimiz var" vurgusunu yapıyor. Ancak Trump döneminde Türkiye’nin F-35 ortaklığı askıya alındı, Rahip Andrew Brunson krizinde Türkiye’ye yönelik bazı ürünlerin gümrük vergileri artırıldı ve Trump yönetimi Güney Kıbrıs Rum Yönetimine yönelik silah ambargolarını kaldırdı.

Dolayısıyla Trump ile Erdoğan arasındaki ilişkinin ötesinde, her zaman resmi olarak dile getirmese de Trump yönetiminin başta Akdeniz konusunda olmak üzere birçok konuda Türkiye aleyhine bir pozisyon aldığı görülüyor.

Biden da özellikle son zamanlardaki Türkiye karşıtı tavrını oldukça net bir biçimde ortaya koyuyor. Demokrat aday, Trump yönetimine, Yunanistan ile gerilim konusunda Türkiye’ye baskı yapması çağrısında bulunurken, Türkiye’nin Ayasofya’yı tekrar camiye çevirme kararına da tepki gösterdi.

Biden aynı zamanda, Trump yönetimine Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının dışında kalmasını sağlanması çağrısında bulundu.

Biden'ın ocak ayında New York Times'ta yayımlandığı ortaya çıkan bir mülakatında Türkiye ile ilgili sarf ettiği sözler ise Ankara'nın sert tepkisini çekmişti.

Tüm bunların ışığında, Amerikan kongresinin Türkiye karşıtı tutumu başkanlık seçim sürecine de etki ettiği değerlendiriliyor.

Biden da Kim Jong-un ile görüşebileceğini söylüyor

Biden, ABD'nin ön koşulları karşılanmadan Kuzey Kore ile bir diyalog sürecine girmenin doğru olmadığını savunuyor ve Trump'ı bu konuda eleştiriyor. Ancak Biden, ne olarak belirtmediği koşulların sağlanması durumunda kendisinin de Kuzey Kore Lideri Kim Jong-un ile görüşebileceğini dile getiriyor.

Trump, yeniden seçilmesi durumunda bu süreci devam ettireceğini kaydediyor ve "Ben olmasaydım şu anda çoktan Kuzey Kore ile savaştaydık." tezini savunuyor.

Muhabir: Kasım İleri