CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: Bugün MYK’da; mutfaklarda büyüyen yangını, gençlerimizin artan işsizliğini, umutsuzluğunu, çaresizliğini, esnaflarımızın salgında bir başına kalmasını, bırakılmasını, emekçilerimizin çaresizliğini, artan vaka sayılarını, felakete dönüşen salgını, yani ülkemizin gerçek gündemini ele aldık.

ERDOĞAN ŞAHSIM HÜKÜMETİ MİLLETİ NEFESSİZ BIRAKTI

Bir ülke ya ilim ve adaletle, ya da zulüm ve zalimlikle yönetilir. Erdoğan Şahsım Hükümeti, zulmüyle milletimizi artık nefessiz bırakıyor. Milletimizin nefesini; zamlarla, işsizlikle, açlıkla, yoklukla, baskıyla kesiyor. Bu sabah, Mart ayı enflasyon rakamları açıklandı. Zulüm zam olup milletimizin başına yağmış. TÜİK’in makyajlı rakamlarına göre bile, durum felaket. Mart ayında enflasyon yüzde 1,1 artmış. Yılın ilk üç ayında gerçekleşen enflasyon ise yüzde 3,7. Mart’ta 12 aylık enflasyon yüzde 16,2 olmuş. Bu, 2019’dan bu yana gerçekleşen, en yüksek 12 aylık Mart ayı enflasyonu… Ve bu enflasyonla Türkiye, dünya üzerinde en yüksek enflasyona sahip 14. ekonomi olmuş. Aynı ligde bulunduğumuz ülkeler, Nijerya, Etiyopya, Haiti. Erdoğan Şahsım Hükümetinin yarattığı tablo bu.

ENFLASYONDA ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM İÇ AÇICI DEĞİL

Son bir yılda, benzinli otomobil yüzde 110, televizyon yüzde 89, dizel otomobil yüzde 86, bulaşık makinesi yüzde 68 zam görmüş. TL’deki değer kaybı bu ürünlerin fiyatlarını uçurmuş. Mutfaktaki yangın da korkunç. Son bir yılda, yumurta yüzde 64, ayçiçek yağı yüzde 60, mısırözü yağı yüzde 55, mercimek yüzde 45, tavuk eti yüzde 44 zam görmüş. Bunlar da TÜİK’in makyajlı rakamları. Pazardaki, marketteki yangın çok daha büyük. Hem çekirdek enflasyon, hem de üretici fiyatları aslında da ileriye dönük iç açıcı bir tablo çizmiyor. Çekirdek enflasyon göstergeleri, tüketici fiyatlarının üstüne çıkmış. Yine Yurtiçi Üretici Fiyatları, Mart ayında yüzde 4,1 artmış. Mevcut seride en yüksek üretici fiyat enflasyonu. 12 aylık üretici enflasyonu yüzde 31,2 ile tüm Mart aylarının rekorunu kırmış. Son bir ayda Türk Lirasındaki değer kaybının, daha da hızlandığını düşünürsek önümüzdeki aylar da, milletimizin sırtına yüklenecek zamlar çok daha ağır olacak.

MEMURA VERİLEN ZAM ERİYİP GİTTİ

Ama şahsım hükümetinin zulmü, sadece zamla da bitmiyor. Bunlar, aynı zamanda gerçek enflasyonu saklayarak da millete zulmediyorlar. Enflasyon Araştırma Grubu’nun rakamlarına göre, Mart ayında enflasyon, TÜİK’in açıkladığının üç katı üç. Onlara göre Mart’ta enflasyon yüzde 3,4 olmuş. İlk üç ayda gerçekleşen enflasyon ise yüzde 8,4. Memura verdikleri yüzde 3 zam erimiş gitmiş. Enflasyonu düşük göstererek, emekliye hak ettiği aylığı, memura ve işçiye hak ettiği ücreti vermemek zulümdür. Yani memura siz 2021’in ilk altı ayında yüzde üç zam vereceksiniz, zaten uçup gidecek ama Borsa İstanbul Yönetim Kurulu üyelerinin huzur hakkına, yüzde 33 zam yapacaksınız. Bu zulümdür zulüm.

HALKIN CEBİ YALAN SÖYLEMEZ

Peygamberimiz, “İşçinin hakkını alın teri kurumadan verin” diyor. Şahsım hükümeti makyajlı enflasyon rakamlarıyla, milyonlarca işçinin, emekçinin hakkını gasbediyor. Ama milletimiz her şeyin farkında. Yapılan anketlerde milletimizin yarısı, “Mutfaktaki enflasyon öyle 3 – 5 falan değil yüzde 40’ın üzerinde” diyor. Yüzde 40 nerede, 15 – 16 nerede? Halkın cebi yalan söylemez. Mutfaktaki yangın partili ayrımı yapmaz. Türkiye’deki herkes “yandım Allah” diye bağırıyor. Bugün CHP’lisi, AK Partilisi, İyi Partilisi, MHP’lisi, hepsi çok kötü durumda.

EMEKLİYE BAYRAM İKRAMİYESİNİ EN AZ 1.500 TL YAPACAĞIZ

Önümüz mübarek Ramazan ayı… Sayın Genel Başkanımızın ısrarlı talepleri sonucunda 2018’in Mayıs ayından bu yana, emeklilere dini bayramlarda, biner lira bayram ikramiyesi veriliyor. Ama son üç yılda her şeye zam geldi. Bir tek zam gelmeyen emeklilerin bayram ikramiyeleri. Saray beslemelerinin, TURKCELL Yönetim Kurulu’ndaki ücretlerini, Avroya endekslemeyi biliyorlar. Yandaşların geçilmeyen köprü ve otoyolu ücretlerini, dövize endekslemeyi de biliyorlar. Ama iş, emeklinin ikramiyesine gelince, enflasyon kadar bir zam bile vermiyorlar. Bunu söyleyince de havaya bakıp ıslık çalıyorlar. Emeklinin bayram ikramiyesi, üç yılda kuşa döndü. Enflasyon kaybını telafi etmek için, bayram ikramiyesinin “en az bin 500 lira” olması gerekiyor. Genel Başkanımız bunu söyledi. 10 milyon emeklinin sesine mutlaka kulak verin. Yaparlar mı? Sanmıyoruz. Çünkü onların yandaşa hizmet etmekten, emekliye hizmet etmelerine sıra gelmiyor ki… Bugün biz 10 milyon emeklimize söz veriyoruz. İktidara gelmeden, bayram ikramiyesini size, verdirdik. Ahdımız olsun. İktidara geldiğimizde de, hak ettiğiniz bayram ikramiyelerini, yine tastamam biz, size vereceğiz.

SALGINDA ÇİN, BİZİM YANIMIZDA SOLDA SIFIR KALDI

Kendi siyasi ikbalini, toplum sağlığının önüne koymak da zulümdür. Türkiye lebalep kongrelerin de katkısıyla, onun millete verdiği cesaretle Dünyada salgının yeni merkez üslerinden biri oldu. Salgının başladığı Çin bile, bizim yanımızda solda sıfır kaldı. Ülkemizde günlük vaka sayıları artık 40 binin üzerine yerleşti. Bu vaka sayılarıyla, dünyada üçüncü, Avrupa’da ikinci sıradayız. 4 Nisan 2021 itibariyle günlük vaka sayısında Amerika Birleşik Devletleri’ni de geçtik. Yine günlük vefat sayıları da 180’in üzerine yerleşti. Salgınla mücadelede son üç ayı, bu hükümetin sorumsuzluğu yüzünden kaybettik. Bunların zulmü türlü, türlü…

ZULMÜN PENÇESİ ASLI’YI NEFESSİZ BIRAKTI

Yandaşları için Londra’ya ambulans uçak gönderenlerin, bu ülkenin sade vatandaşına, hastane yatağı bulamaması tabi ki zulümdür. Aslı Özkısırlar’a 25 gün boyunca, uygun koşullarda bir hastane yatağı bulunamamış. Neden bulunamadı? Çünkü tüm hastaneler, ağzına kadar Kovid hastalarıyla doluydu ya da salgın tehlikesi vardı. Aslı günlerce sesini, Sağlık Bakanına duyurmaya çalıştı. Ama duyuramadı. Acaba daha Aslı gibi, hastanelerde yer olmadığı için, ihtiyacı olan sağlık hizmetini alamayarak, yaşamını yitiren kaç hasta var? Erdoğan Şahsım Hükümeti ne kadar sorumluluktan kaçsa da, onların sorumsuzluğunun bedelini, insanlarımız canıyla ödüyor. Bu zulmün pençesi, gencecik bir kadını 25 gün nefessiz bıraktı, canını elinden aldı. Gözü yaşlı sevenlerini geride bir başına bıraktı. Şimdi Aslı’nın acılı kardeşi; “Ablam nefes alamayarak, can çekişerek öldü. Benim ablam, yatak bekleye bekleye öldü” diye haykırıyor. Biz bir kez daha, Aslı Özkısırlar’a Allahtan rahmet, ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.

ERDOĞAN ŞAHSIM HÜKÜMETİNİN VEBALİ VAR

Zalimin zulmü sadece Aslı’nın boğazına sarılmıyor. Zulmün pençesi, kadınların, çocukların boğazından da bir türlü çekilmiyor. Türkiye tek bir imzayla, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarıldı. Erdoğan Şahsım Hükümeti, ne milli irade dinledi, ne de ahde vefa dinledi. Kadın ve çocuk katillerinin sırtı üç, beş oy uğruna, Erdoğan tarafından sıvazlandı. Ama sonunda sadece Mart ayında, 28 kadın hunharca öldürüldü. Bu işin başında söyledik bir kez daha söylüyoruz. Bundan sonra sesi ve nefesi kesilen her kadının canında, çocuklara uzanacak her rezil elde, Erdoğan Şahsım Hükümetinin sorumluluğu ve vebali vardır.

BOĞULMAK İSTENEN ÜLKENİN GELECEĞİ

Zalimin zulmü sadece kadınların, çocukların nefesini kesmiyor. Bu ülkenin geleceği gençlerimizin de boğazını sıkıyor, nefesini kesiyor. Şu resimlerde gördüğünüz gırtlağına basılanlar bu milletin çocukları. Burada boğulmak istenen ülkemizin geleceği. Ülkemiz AK Parti’de büro elemanlığı kapıp, sonrada burnuna pudra şekeri çeken, Saray beslemelerine mi emanet edilecek? Yoksa bugün boğazına yapıştığınız, nefesini kesmek istediğiniz, Boğaziçili gençlere mi emanet edilecek? Erdoğan’ın tercihinin ne olduğu bellidir. Erdoğan, saray beslemelerinden yanadır. Bu ülkenin iyi yetişmiş gençlerinin karşısındadır. Erdoğan; “Ağaca su vermek adalet, dikene su vermek zulümdür” diye çok yakın zamanlara kadar ahkâm kesiyordu. Ama gördük ki diken kendinden olunca, zulüm de bunlara hak oluyor. Değirmenin suyu sonuna kadar, o dikenleri sulamak için akıtılıyor. Ülkenin tüm suları, kaynakları da yandaşlara akınca, milletin gencecik fidanları, suyla buluşamadan kavrulup, kuruyor. İşte bu, zulmün dik alasıdır.

BÜRONUN SAHİPLERİ NELER YAPIYOR

Dün Sayın Genel Başkanımız, üniversite mezunu işsiz gençlerimizle beraberdi. Onların dertlerini, sorunlarını dinledi. Gençlerimiz artık, “Özgeçmişin hiçbir anlamı yok. Bir kurumda işe girerken, kimi tanıdığınız tek belirleyici” deme noktasına kadar gelmiş. Millet evladını yıllarca okutuyor, çocuklar okullarda dirsek çürütüyor. Ama sonra yıllarca iş bulamıyor. AK Partili lise mezunu bir büro memuru, kaynağı nereden geldiği belli olmayan paralarla, milyonluk arabalara binip, milyoner hayatı yaşarken bu gençlerin işsiz kalması, onları bin bir emekle okutan aileleri de, ülkemizde yaşanan bu çürümeyi de ortaya seriyor. “Büro elemanı bunları yapıyorsa, büronun asıl sahipleri acaba neler yapıyor” diye milletimiz düşünüyor.

GENÇLER KENDİNİ TÜRKİYE’NİN ZENCİSİ OLARAK GÖRÜYOR

Gençlerine umut veremeyen bir ülke, geleceğe de umutla bakamaz. Ülkemizde namusuyla okuyup çalışan gençler, kendini Türkiye’nin zencisi olarak görüyorsa, ortada yüzleşmemiz gereken, çok büyük bir zulüm vardır. Hazreti Mevlana’ya göre; “Zalim, üzerine düşen görevi ve yükümlülüğü yerine getiremeyendir.” 19 yıldır iktidar olup da, bu ülkede 10 milyon 287 bin yurttaşımız halen işsizse, son iki yılda 1 milyon 926 bin çalışanımız işini kaybetmişse, her 100 işsizden 27’si üniversite mezunuysa ve bu memleketin en değerli varlığı olan her dört gençten biri işsizse, demek ki Erdoğan Şahsım Hükümeti; üzerine düşen görevi yapmamıştır, yapamamıştır. Yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Ve milletimize en ağır şekilde zulmetmiştir.

ÇARESİZLİK, GENÇLERİ HAYATTAN KOPARIYOR

Milletin verdiği görevi, layıkıyla yerine getiremeyen Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’de onlarca müzisyen gencimiz bu salgın sürecinde yaşamına kıydı. Daha dün Diyarbakır’da, 33 yaşındaki bir genç, Ramazan Ünal, işini kaybettikten sonra, geçim sıkıntısı nedeniyle yaşamına son verdi. Hafta sonu Sakarya’da, 21 yaşındaki bir başka genç Tuğrul Erüklü. “Benim geleceğe dair umudum yok, hayalim yok. Hayattan bir beklentim yok. Bu dünyada yerim yok artık” diyerek yaşamına kıydı. Çaresizlik, umutsuzluk gençlerimizi bu hayattan koparıyor. Ve bu insani dramlar medyada hayali gündemlerle karartılıyor. Zalimin zulmü sansürle ve çizilen pembe tablolarla saklanıyor. Ama hakikatler dönüp, dolaşıp, “Kral çıplak” diye, bas bas bağırmaya başlıyor.

BU MU HAK, BU MU VİCDAN

Bizim inancımızda Adalet; “Herkese hakkı olanı vermektir.” Şu salgın döneminde ve mübarek Ramazan ayı öncesinde kısa çalışma ödeneği uygulamasına son verildi. Erdoğan Şahsım Hükümeti, hem “Ramazan ayında esnafı kapatacağım”, hem de “Kısa çalışma ödeneğini kaldıracağım” dedi. Şimdi 1 milyon 300 bin emekçimiz, ya işsiz kalacak, ya da zorunlu izne çıkarılacak. Bu arada zorunlu izine çıkarılanlara yapılan günlük ödemeyi de, 47 lira 70 kuruştan 50 liraya çıkarmışlar. Salgın nedeniyle zorunlu izne çıkarılacak emekçilerimize, Nisan ve Mayıs aylarında, günde 2 lira 30 kuruş sağ olsunlar zam yapmışlar. Emekçiyi Ramazan öncesinde, ailesiyle beraber sefalete mahkûm edeceksin. Sonra da “Günde 2 lira 30 kuruş sana zam yaptım” diyeceksin. Zorunlu izne çıkarılanlara verdiğin sefalet ücretine, yüzde 5 bile zam yapmayacaksın, ama bu arada, Borsa İstanbul Yönetimine atadığın saray çocuklarına, yüzde 33 zam yapacaksın. Ramazan ayında esnafın, çalışanın boynunu büküp, nefessiz bırakacaksın. İnsaf bunun neresinde? İzan bunun neresinde? Hiç mi Allah korkusu yok? Bu mudur hak, bu mudur adalet, bu mudur vicdan?

TURİZM İŞLETMELERİ FELÇ OLACAK

Buradan söylüyorum. Turizm sezonu geliyor. Geçen yıl turist yoktu. İşletmeler perişan oldu. Bu yıl turist sayısının artacağı anlaşılıyor. Ama şimdi de, kısa çalışma ödeneğini erkenden keserek, Erdoğan Şahsım Hükümeti işletmeleri felç edecek. Bu seferde gelecek turisti ağırlayacak işletme bulamayacağız. Kafanızı bir kaldırın, dünya esnafına ne kadar destek veriyor, kesiyor mu verdiği desteği? Yoksa bu pandemi de esnaflara verdiği desteği artırıyor mu? Bir bakın. Herkes, “Verilen desteği erken kesmek en büyük hatadır” diyor. Erdoğan şahsım hükümeti, salgında esnafa hem yeterli destek vermedi, hem de şimdi sınırlı desteği erkenden kesiyor. Bu yaptıkları esnafında, çalışanında nefesini kesmektir. Bu yapılan zulümdür.

ÇİFTÇİ İÇİN DAĞ FARE DOĞURMADI

Adaletsizlik, haksızlık ve zulüm sadece esnaf ve emekçiye mi yapılıyor? Hayır! Çiftçilerimiz de Erdoğan’ın şahsım hükümetinin zulmünden, payını alıyor. Aylardır, “Çiftçi borçlarının yapılandırılması için düzenleme yapın, çiftçinin borcunu faizsiz yapılandırın” diye bağırdık. Faizsiz yapılandırın dedik. Arkadaşlarımız bunun için Meclis’e birçok kanun teklifi verdi. Nihayet Meclis’e bir düzenleme geldi. Ama “Dağ fare bile doğuramadı.” Bir kere, çiftçilerimizin Ziraat Bankası’na olan borçlarını görmezden gelmişler. Çiftçinin bankası olsun diye kurulan TC Ziraat Bankası, her nedense çiftçinin borcunu yapılandırmayla ilgili bir düzenlemeye tabi olmuyor. Ama Sarayın havuzcularına, medya baronlarına verdiği borçları defalarca yapılandırdığını duyuyoruz. Getirilen düzenleme, sadece Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçları kapsıyor. Ama bakıyoruz, Tarım Tefeci Kooperatiflerine olan borçlar yapılandırılırken, önce bir yüzde 30 peşinat ver diyorlar. Sonra da, sana yüzde 18 faiz uygularım diyorlar. Yani Sarayın şahsım hükümeti, anlaşılan çiftçinin tuzu kuru zannediyor, borcunu da keyfinden ödemiyor diye düşünüyor.

BU SİYASİ BİR TERCİHTİR

Biz, borcun faizini silin, anaparayı da uygun şartlarla taksitlendirin demiştik. Bunların hiç biri yapılmamış. Bu çiftçinin mağduriyetini gidermez. Derdine derman olmaz. Beş tane yandaş müteahhidin vergi borçlarını tek kalemde silenler, çiftçinin faiz borcunu silemiyorsa, bu bir siyasi tercihtir. Ve bu yapılan çiftçinin boğazına sarılmaktır, çiftçinin nefesini kesmektir, zulmetmektir.

DEDİĞİME BAKMA YAPTIĞIMA BAK

Zulmün bir diğer adı beytülmale sahip çıkmamaktır. Merkez Bankası kasasındaki 128 milyar dolar buharlaştırıldı. Erdoğan ve damadı bir oldu; 128 milyar doları har vurdu, harman savurdu. Hangi yöntemle, hangi kurdan milletin dövizi, kimlere satıldı? Bunu soran bürokratın kafası gidiyor. Merkez Bankası Başkanını, yakın zamanda bu nedenle görevden aldılar. Şimdi 128 milyar doları unutacak, şahsım hükümetine sıkı sıkıya bağlı bir Başkan getirerek, kendilerini garantiye almış görünüyorlar. Yetmiyor, bir de duruma vaziyet etsin diye, bir Başkan yardımcısı ve yine Saraya yakın bir Banka Meclisi üyesini atadılar. Atanan Başkan Yardımcısının kariyeri, küresel faiz lobilerinde çalışmakla geçmiş. Erdoğan Şahsım Hükümeti “Dediğime bakma; yaptığıma bak” diyerek, bu atamayla, faiz lobilerine de selam çakıyor.

YANGIN DA ÇIKSA, SU DA BASSA HESABINI SORACAĞIZ

Yine, 128 milyar doların buharlaştırılması operasyonlarında, bilgi sahibi olduğu bilinen, bir Kamu Bankasının Genel Müdürü de, görevden alınıyor. Milletin 128 milyar dolarını buharlaştıranlar, arkalarında iz bırakmamak için, anlaşılan mıntıka temizliği yapıyorlar. Yakında TCMB ve Hazine arşivlerinde yangın çıkarırlarsa veya arşivleri su basarsa hiç şaşırmayın. Ama ne yaparlarsa yapsınlar. Bu işin sorumluları, yargı önünde bu yaptıklarının hesabını mutlaka verecek. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında yapacağımız ilk işlerden biri, bu 128 milyar doların hesabını sormak olacaktır.

İHSAN VE ADALET BAYRAĞINI SAVUNACAĞIZ

Biz şuna inanıyoruz: Zulüm ile abat olanın, akıbeti berbat olur. Ve biliriz ki, zalimin sonu yaklaşınca, zulmü de artar. Daha da azgınlaşır. Onun için Anadolu’da zalimlere, “Zulmün artsın ki, Zevalin de tez olsun” denir. Bu ülkede zulmünü sürekli artıran bir “şahsım hükümeti” var. Kadın, çocuk, genç, işçi, işsiz, esnaf, çiftçi herkes ama herkes, bunların zulmünden payını alıyor. Yüzbinlerce ailenin hayatı karardı. Çok ama çok ah aldılar. Hazreti Ali’nin dediği gibi, “Bir mazlumun ahı, yer ile gök arası kadar büyüktür.” Ve biliriz ki, mazlumların ahı, indirir şahı… Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tüm mazlumların sesi olmaya, ihsan ve adalet bayrağını savunmaya devam edeceğiz. Halkın gerçek gündeminin çalınmasına asla izin vermeyeceğiz.

DARBE MAĞDURU OYUNUNUN PERDESİ AÇILDI

Dün, açlığı, yoksulluğu, işsizliği, intiharları yani ülkedeki zulmün üstünü, darbe iddialarıyla örtme senaryosu uygulamaya kondu. Erdoğan Şahsım Hükümeti, yeni bir “darbe mağduruyum” oyununun perdesini açtı. Biz bu kabak tadı veren tiyatroyu çok izledik. Milletimiz de, Erdoğan’ın şahsım hükümetinin, sahte gündemler ve algı operasyonlarıyla, milletin gündemini çalmasından artık bıktı, gına geldi.

BU ÜLKEDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ SADECE SARAY İÇİN VAR

Erdoğan Şahsım Hükümeti, Ayasofya baş imamı şeriat istediğinde, faize ve İstanbul Sözleşmesine karşı çıktığında, buna ses çıkarmıyor. Seçim kazanmak için bölücü terör örgütü elebaşının mektubunu televizyonlarda okuttuğunda, kardeşini devlet televizyonlarına çıkarttığında, bunlara “İfade özgürlüğü” diyor. Ama içlerinde aylardır ağızlarından düşürmedikleri “Mavi Vatan”ın müellifi olan, yine 15 Temmuz’da FETÖ örgütüyle göğüs göğse çarpışmış olan emekli amirallerin bulunduğu bir grubun yaptığı bir açıklama “Darbe yapmak için bir araya gelmek” olarak yorumlanıyor. Anlaşılan bu ülkede ifade özgürlüğü, sadece saray, sarayın yandaşları ve sarayın değirmenine su taşıyanlar için var. Erdoğan Şahsım Hükümeti, hafta sonu, birkaç tane emekli amiralin yaptığı açıklamadan sonra, darbe ve vesayet tamtamlarını çalmaya başladı. Açıklamanın üzerinde çılgınca tepiniyor. Şablon bir retorik, kalemşörleri aracılığıyla basın yayın organlarında okunuyor, konuşuluyor. Kamu kurumlarının internet sitelerine konuyor. Tüm bu organize işler, işsizlikten, yoksulluktan, salgından bunalmış milletin, gerçek gündemini karartmak için yapılıyor.

EMEKLİ AMİRALLERDEN DEĞİL, SARIKLI AMİRALLERDEN KORKUN

Emekli Amirallerin yaptığı paylaşımın yöntem ve şekli, elbette eleştirilebilir. Ama bu metinden darbe çıkarmak doğrusu farklı bir hüner ister. Ama 15 Temmuz’u daha unutmadık… Hain darbe girişimi herkesin hafızalarında taze… “Türkiye’de ‘darbe olmasın’ istiyorsanız, Emekli Amirallerden değil, Sarıklı Amirallerden korkacaksınız, çekineceksiniz.” Bu ülke emekli olan, fikrini ve tecrübesini, ülkenin siyasetçileriyle paylaşmak isteyen amirallerden çekmedi. Bu ülke ne çektiyse, Sarayın Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpaslarla soktuğu, mensubiyeti başka yerlere ait olan generallerden çekti. Ve bugün bir tarikat gitti, onun yerine diğerleri geldi.

MİLLETİN YAKASI BİR ARAYA GELMEDİ

Şimdi Sayın Erdoğan’a soruyoruz; yani sizin aklınızın başınıza gelmesi için, bu ülkenin başına daha hangi felaketlerin gelmesi gerekiyor? Genel Başkanımız 15 Temmuz’dan sonra, 20 Temmuz sivil darbesinden önce, Yenikapı’da, tüm Türkiye’nin şahitliğinde, Erdoğan’a şu çağrıda bulunmuştu. Adliyeye, Camiye ve Kışlaya siyaseti sokma. Erdoğan bu çağrıyı hiç dinlemedi. Onun yerine 20 Temmuz sivil darbesini yaptı. Arkasından da Tek Adam Vesayet Rejiminin düğmesine bastı. Siyaseti camiye de, kışlaya da, adliyeye de acımasızca sokmaya devam etti. O gündür, bugündür de, bu tahribatın sonucunda yaşanan devlet krizinin neticesinde milletimizin iki yakası bir araya gelmedi. İşsizlik çığ gibi büyüdü, aşımız küçüldü, ülkemizin bereketi kaçtı.

ERDOĞAN’IN MOKASENLİ DARBELERİ

Bu çağda demokrasiyle yönetilmek, bir ülkenin en büyük onurudur. Ancak tek adam vesayet rejiminin, düğmesine basıldıktan sonra gördük ki, millet iradesine darbe sadece asker postalıyla yapılmaz. Millet iradesi mokasenle de ayaklar altına alınır. Millet iradesine darbe, 2015’de 7 Haziran Seçim sonuçlarını tanımayarak, ardından milletin güvenlik endişelerini kaşıyıp, seçimleri tekrarlatarak da olur. Millet iradesine darbe, bir önceki seçimde, halkın yüzde 49,5'inin oyunu almış bir Başbakanı, ince bir saray darbesiyle istifaya zorlayarak da olur. Millet iradesine darbe, Tek Adam Vesayet Rejimine geçebilmek için, sarıklı darbecilerin bombaladığı Gazi Meclisi, 20 Temmuz’da OHAL ilan edip, devre dışı bırakarak da olur. Millet iradesine darbe; OHAL koşullarında Referandum yapıp, bir de üstüne mühürsüz oyları seçim devam ederken geçerli sayarak da olur. Millet iradesine darbe; 2019’da İstanbul Büyükşehir Belediye Seçimlerinde kaybettiği seçimi, mızıkçılık yaparak, yandaşı hâkimler eliyle tekrarlatmakla da olur. Millet iradesine darbe, Meclis’ten oy birliğiyle geçen bir uluslararası sözleşmeden ülkeyi tek bir imzayla çıkararak da olur. Millet iradesine darbe; TBMM’de reddedilen bir yasa teklifini, Meclis’in Kayyum Başkanına İç Tüzüğü çiğneterek, yeniden Genel Kurul’a getirterek de olur. Millet iradesine yapılan bu darbelerin hiç biri, asker postalıyla yapılmamıştır. Bu darbelerin hepsi, Erdoğan’ın ayağındaki mokasenle yapılmıştır.

TAVRIMIZ NET: DARBENİN HER TÜRLÜSÜNE KARŞIYIZ

Cumhuriyet Halk Partisi olarak darbelere karşı tavrımız son derece nettir. Bunu tarih ve millet huzurunda bir kez daha buradan ilan ediyoruz: Biz darbenin her türlüsüne karşıyız. Postalla yapılan darbeye de karşıyız. Mokasenle yapılan darbeye de karşıyız. Milletimizin hakkının, hukukunun her zaman yanında olacağız. Milli iradenin daima savunucusu olacağız.

İLKİ TRAJEDİ, İKİNCİSİ KOMEDİ

Hegel’in şu sözlerini paylaşarak, bir bardak suda darbe fırtınası koparanları uyarmak istiyoruz. “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. İlki trajedi olur, ikincisi ise komedi...” Milletimiz, emekli amirallerin açıklamasından, darbe çıkarma tezgâhının bir trajedi değil, komedi olduğunun elbette farkındadır. Milletimiz, Erdoğan Şahsım Hükümetinin darbe simsarlığından artık bıkmıştır.

MONTRÖ TARTIŞMALARINA GÖZDAĞI

Yaşanan komedi, sadece Şahsım Hükümetinin çaresizliğinin koltuğunu korumak için, yaptığı şımarıklıkların bir başka tezahürü değildir. Bu aynı zamanda, Meclis’in Kayyum Başkanının önce ifşa ettiği, bizim şiddetle karşı çıktığımız Montrö tartışmasında, “Montrö Sözleşmesi’nden çıkılmasın” diyenlere bir gözdağıdır. Kanal İstanbul üzerinden okyanus ötesine göz kırpmaktır. Bu oyuncular koltukları için bu ülkenin bekasını ve toprak bütünlüğünü tartışmaya açmak isteyebilir. Ama milletimiz buna izin vermeyecektir. Milletimiz herkesi yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla görüyor. Herkesin notunu veriyor. Milletimiz sandığın daha fazla gecikmeden, önüne gelmesini istiyor. Sandık önüne geldiğinde de gereğini yapacak. Bu kibirli kadroları, kendini beğenmiş kadroları evlerine gönderecek.

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Varsa şimdi sorularınızı alayım.

Soru- Montrö Boğazlar Sözleşmesi hakkındaki bildiri sonrasındaki emekli amirallerin gözaltına alınmasından sonra CHP’nin bir yol haritası var mı, ne yapmayı planlıyorsunuz?

İkinci olarak da sorum, 98 eski CHP’li vekil de bir açıklama yaptı, “Montrö tartışması açılamaz” ifadelerini kullandı. Eski CHP’li vekillerin gözaltına alınması durumunda CHP nasıl bir yol haritası izleyecek?

Faik ÖZTRAK- Şunu bir kere açıkça ifade edeyim. Bugün belli bir yaşa gelmiş, bugüne kadar FETÖ örgütünün kumpasları nedeniyle bedeller ödemiş, ülkeden kaçmak gibi bir düşüncesi olmayan amirallerin gözaltına alınmasını anlamakta zorluk çekiyoruz. Ama oynanan bu oyununda milletimizin gerçek gündemini karartmasına izin vermeyeceğiz. Gerek gündemi milletimizin açlıktır, işsizliktir, yokluktur, pahalılıktır, gençlerin işsizliğidir. Pandemide pandemiye yakalansın yakalanmasın yaşamını kaybeden insanlarımızdır. Bu gerçek gündemin peşini bırakmayacağız.

Soru- Açıklamanızda da detaylı bir şekilde bahsettiğiniz gibi kamuoyunun gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden bildiri üzerine bir soru... Bildirinin ardından Kanal İstanbul tartışmaları gündeme geldi. Bu bildiri Kanal İstanbul tartışmalarını nasıl etkiler?

Faik ÖZTRAK- Şimdi bir kere her şeyden önce şunu söyleyelim. Yani biz iktidara geldiğimizde bu ucube projenin yapımcılarına paralarını ödemeyeceğiz. Bu projeyi kim istiyor? Anketlere bakıyorsunuz; millet istemiyor, İstanbullular istemiyor. Montrö Sözleşmesi’nden Kanal İstanbul’a yol döşemek, gerekçe üretmek aslında rant sevdasıyla sarhoş olmuş bir zihniyetin ürünüdür. Ve Okyanus ötesine selam göndermektir.

Soru- Üzerinden 15 gün geçti. Türkiye, Milli Savunma Bakanlığının, tarikat evinde namaz kıldığı iddia edilen amiralle ilgili incelemesinin sonucunu hala duyamadı. Ama Savcılığın Montrö Bildirisi için 10 amirale hemen gözaltı kararı dikkat çekti. Bu iki farklı yaklaşımı siz nasıl yorumlarsınız?

Faik ÖZTRAK- Bu olayların ele alınış biçimi bize açıkça şunu gösteriyor: Şahsım hükümeti için emekli amiraller, sarıklı, cübbeli muvazzaf amirallerden daha tehlikeliymiş.