Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline ilişkin karardan duyduğumuz memnuniyeti bir kez daha dile getirerek iptale gericilik ve çağdışılık söylemleriyle karşı çıkan bazı çevrelerin tek partili 'Şeflik' dönemini, 28 Şubat'ta yaşananları hatırlattıklarını ve foyalarının da ortaya çıktığını söyledi.  Yeniden Refah Sözleşmenin İptali İçin En Çok Çalışan Partiydi"Bu adımla birlikte ayrıca, İstanbul Sözleşmesi ve Türkiye’nin 1985 yılında imzaladığı CEDAW Sözleşmesi doğrultusunda çıkarılmış olan; başta ‘6284 Sayılı Kanun‘ olmak üzere, aile kurumuna zarar veren yasaların da bir an evvel ıslah edilmesi elzemdir.

Kadınlarımızın korunması, hak ettiği değerin verilmesi için Batı icadı ve dayatması, asıl amacı çok farklı olan sözleşmelere, düzenlemelere ihtiyacımız yoktur. Aile yapımızı ve kadınlarımızı korumak ve yüceltmek için gereken her türlü değer ve prensip Aziz Milletimiz’in tarihinde, kültüründe, bizim kendi medeniyetimizde zaten mevcuttur. Yeniden Refah Partisi olarak bizler, yıllardır bu sözleşmeden en acil şekilde vazgeçilmesi gerektiğini, bu sözleşmenin ahlaki, manevi, insani bakımdan yıkıcı sonuçları olacağını yıllardan beri en güçlü şekilde, her platformda haykırdık. Diğer siyasi partilerin pek çoğu bu sözleşmeyi desteklerken, bir kısmı da sessiz kalırken, biz bu çok hayati konuda farkındalık oluşması, bu yanlıştan dönülmesi için büyük gayret gösterdik."  

Mütedeyyin Kesimden Oy Almak İçin Takiyye Yaptıkları Ortaya Çıktı

Bu adım karşısında bazı kesimler “ülkeyi karanlığa, geriye götürme”, “gericilik”, “çağdışı bir anlayış”, “Türk kadınlarını orta çağ karanlığına götürmek” gibi genetik kodlarında yer alan ve bizlere, bu ülkedeki dindar ve inançlı insanımıza “Şeflik Dönemi’nin ve 28 Şubat’ın karanlıklarını” hatırlatan kavram ve ifadelerle tepki gösterdiler, karşı çıktılar. Aslında içlerinin, özlerinin değişmediğini, sadece zaman zaman “inançlı kesimden oy alabilir miyiz?” kaygısıyla takiyye yaptıklarını ortaya koymuş oldular. Bu ülkede yıllar boyunca Milletimiz’in 1000 senelik temel değerleri, kutsalları aşağılanmaya, değersizleştirilmeye çalışılırken, insanlarımızın dininin, inancının gereklerini yerine getirme hakları elinden alınırken; sus-pus olan, hatta buna destek olanlar, şimdi çıktılar Avrupa’nın hazırlayıp dayattığı bir sözleşmeyi adeta kutsallaştırdılar. Kendi medeniyetimizin, inancımızın, kendi kültürümüzün değer ve prensiplerine önem vermezken, Batı zihniyetinin, kimler olduğunu çok iyi bildiğimiz dış güçlerin yazdığı metinlere hayran kaldılar. Millî Görüş olarak 50 senedir bunlar için söylediğimiz “Batı Aşıkları” ve “Taklitçiler” sözlerimizde ne kadar haklı olduğumuzu görmüş olduk.

Faiz Artışının Yatırımları ve İstihdamı Frenlemesi Kaçınılmazdır

Merkez Bankası Başkanının değişmesini ve dövizin yükselmesini de değerlendiren Genel Başkanımız, yapılması gerekenin üretim ve ihracata dayalı ekonomi modeline geçmek olduğunu belirterek şunları kaydetti:   

"Merkez Bankası faizi ‘2 puan’ birden artırarak yüzde 19’a yükseltti. Bu karar, aynı zamanda kredi faizlerinin yüzde 25-26 düzeyine yükselmesi, kredi kullanmanın, yatırım yapmanın olanaksız hale gelmesi demektir. Projelerde, yatırımlarda finansman maliyetlerinin daha da ağırlaşması demektir.Merkez Bankası’nın yaptığı bu faiz artışının reel sektörü çok zor duruma sokması, yatırımları, yeni istihdamı, kapasite artışlarını zorlaması, büyümeyi frenlemesi kaçınılmazdır. Faizlerin artması, devletin borçlanma maliyetinin de çok daha artması demektir. Böyle yüksek bir faiz artışına gidilmesi, böyle riskli bir adımın atılması; İktidarın ilan ettiği ekonomik ve hukuki reform paketlerinin toplumda ve piyasalarda karşılık bulmadığını ve dış kaynak girişini sağlayamadığını göstermektedir.

Yapılması Gereken Merkez Bankası Başkanı Değiştirmek Değil!

'Tüm bu ekonomik ve matematik gerçekler karşısında yapılması gereken; Maliye Bakanı veya Merkez Başkanı, MKYK'yı değiştirmek değil, anlayışı değiştirmek, zihniyeti değiştirmektir.' vurgusu yapan Genel Başkanımız,  "Bakan veya Merkez Bankası Başkanını değiştirerek, faiz artırarak, borcu borçla kapatarak, fiyat denetim komitesi kurarak bu durumdan kurtulamayız. Yapılması gereken üretmek ve ihraç etmektir. Yerli üretimi bol ve düşük maliyetle yapabilmek, katma değerli ürün ihracatını artırmaktır. Kamuda israfı, savurganlığı önlemektir. Kamu ihaleleri yoluyla imtiyazlılara milyarlarca dolar aktarmaktan vazgeçmektir. Mutlaka ama mutlaka Denk Bütçe’yi gerçekleştirmektir. Kaynak ihtiyacımızı borçlanarak değil, milli kaynak paketleri ile karşılamaktır." dedi.

HDP'nin Kapatılması En Çok Terör Örgütü PKK'yı Sevindirir

HDP'ye açılan kapatma davasına ilişkin görüşlerini de paylaşan Genel Başkanımız Dr. Fatih Erbakan, HDP'nin kapatılmasına en çok terör örgütü PKK'nın sevineceğini, terör örgütünün bölge halkına partinin kapatılmasını siyasi çözümün mümkün olmadığının kanıtı olarak sunacağını ileri sürdü.

Bu Son Derece İkiyüzlü Bir Tavırdır

Avrupa ile Türkiye'deki bazı kesimlerin 1998'de Refah Partisinin (RP) kapatılmasına ve bugün HDP'ye yönelik davaya gösterdikleri tavırlardaki büyük çelişkiye de dikkat çeken Genel Başkanımız, "Bugün bir HDP milletvekilinin, vekilliğinin düşürülüp Meclis'ten çıkarılması karşısında en yüksek sesten tepki gösteren bazı çevreler, 1999 yılında Fazilet Partisinin başörtülü milletvekiline 'Bu kadına haddini bildirin.' denilerek genel kurul salonundan dışarıya çıkartılması sırasında alkış tuttular. Bu da son derece iki yüzlü, son derece samimiyetsiz bir tavırdır. Haksızlıksa, adaletsizlikse, insan hakkıysa demokrasiyse başörtülü milletvekiline gelince bunlar geçerli değil ama HDP milletvekiline gelince bunlar geçerli. Bu çevrelerin, haksızlığa uğrayanın partisine, ideolojisine ve işlerine gelip gelmemesine göre tavır takınmaları insan hakları demokrasi, hukuk, adalet noktasındaki söylemlerinin içinin boş olduğunu, samimiyetsiz olduklarını, iki yüzlü olduklarını maalesef açık bir şekilde ortaya koymaktadır." şeklinde konuştu.

HDP’NİN KAPATILMASI

Geçmişte yaşanan parti kapatma örnekleri göz önüne alındığında, bu son adımın çözüme yönelik, önleyici ve caydırıcı olmaktan çok, çözümsüzlüğe ve istikrarsızlığa davetiye çıkarır nitelikte olabileceğinden şüphe etmekteyiz.

Söz konusu siyasi partinin kapatılması, bu partiye oy veren 6 milyon seçmeni de dolaylı olarak cezalandırmaya, onların da tepkisini almaya yönelik bir durum ortaya çıkacaktır.

Böyle bir durum, uzun vadede reaksiyoner ve belki de daha güçlü bir politik hareketin yeniden ortaya çıkmasına vesile olabilir.  (Geçmiş süreçlerde bunu yaşayarak gördük.)

Suç iddiasına maruz kalan kişilerle birlikte mensup oldukları siyasi partinin de cezalandırılma yoluna gidilmesi, demokrasimizin ve yargının  tartışılır hale gelmesine ve ayrıca sorunun daha da büyümesine neden olabilir.

Geçmişte siyasi partileri tam dört kez kapatılan, siyasi yasaklarla yüz yüze kalan ve bunların sonucu olarak acı tecrübeler yaşayan Milli Görüş Hareketi’nin temsilcisi olan Yeniden Refah Partisi olarak bizler;

Parti kapatmanın çözüm olmayacağını, partileri milletin açıp milletin kapatması gerektiğini, suçlu olduğu iddia edilen şahıslar hakkında ise münferit hukuki sürecin başlatılması gerektiğini ifade ediyoruz.

Çatışma, kutuplaştırma ve ötekileştirme yerine, 83 milyonu kapsayacak şekilde kucaklayıcı ve birleştirici bir anlayışın hakim olması yolunda atılacak olan her türlü adıma en büyük desteği vermeye hazır olduğumuzu bir kez daha aziz Milletimizin huzurunda ifade etmek isteriz.

…………………………………………………

Ayrıca;

2013 yılında birlikte Çözüm Süreci’ni hayata geçirdikleri, İmralı-Kandil-Başbakanlık üçgeninde PKK-Öcalan ve iktidar arasındaki müzakerelerin içinde yer alan HDP’nin kapatılmasını iktidarın desteklemesi çelişkili bir durumdur.

Hatta İstanbul belediye seçimlerinin tekrarlanması sırasında Abdullah Öcalan’ın mektubunun Devlet televizyonunda okutulması, Öcalan’ın kardeşinin TRT Kürtçe kanalında yayına çıkarılması gibi adımları atan iktidarın,

PKK’nın bir açıklaması ile ilgili bir gazete haberini re-tweet yapan bir milletvekilini teröre destek verenler sınıfına sokması da yine kendileri açısından çelişkili bir durumdur.

………………………………………………………..

Bu noktada vurgulanması gereken bir diğer çelişki de;

Ülkemizdeki belli kesimlerin ve Avrupa’nın Refah Partimiz 1998’de haksız ve hukuksuz şekilde kapatılırken takındığı tavırla,  şimdi HDP’nin kapatma davası karşısında takındıkları tavır arasındaki farktır.

HDP’nin kapatılması söz konusu olunca demokrasi, millet iradesi, hak-hukuk nutukları atan bu çevreler, RP kapatılırken ya sus-pus oldular, ya da laiklik elden gidiyor türküleriyle RP’nin kapatılmasını haklı buldular…!!

Bugün HDP’ye sahip çıkan Avrupa da,  o dönemde AİHM’nin aldığı kararla RP’nin kapatılmasını yerinde buldu …!!

Yine bugün bir HDP milletvekilinin, vekilliğinin düşürülüp meclisten çıkarılmasına tepki gösterenlerin büyük bölümü, 1999’da FP’nin başörtülü milletvekili için Meclis Genel Kurulu’nda; “Bu kadına haddini bildirin”  denilirken alkış tutmuşlardı…!!

Bu çevrelerin haksızlığa uğrayanın partisine göre, ideolojisine göre tavır takınmaları, samimiyetsizliklerini açıkça ortaya koymaktadır.

………………………………………………………………

Son olarak “HDP kapatılırsa bu kimin İşine Yarayacak ?” sorusunun cevabını çok iyi düşünmemiz gereklidir…

Bir adım atılırken o adımın sonuçları kimin işine yarayacak, kimin elini güçlendirecek, sorularının cevabını çok iyi değerlendirmek gerekir.

“HDP’nin kapatılmasından memnun olacaklardan bir tanesi de PKK terör örgütüdür… “”

Yıllardan beri “bu iş siyasetle değil, silahla olur” tezini savunan PKK, HDP’nin kapatılması halinde Kürt vatandaşlarımıza  “bakın biz size demiştik, bunlar bize siyaset yaptırmıyor, öyleyse dağa gelin, silaha sarılın” demeye kalkacaktır.

Terör örgütünün eline koz verilmiş olacaktır.

…………………………………………………………

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN İPTALİ

İktidarın, dış güçlerin laboratuvarlarında üretilmiş bir zehir olarak bünyemize enjekte edilmek istenen “İstanbul Sözleşmesi” yanlışında ısrar etmekten vazgeçmesi son derece olumlu bir gelişmedir.

Aile yapımızı, yeni nesillerimizi tehdit eden bu sinsi sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile çıkılmış olmasını,  çok yerinde, çok hayırlı,  hatta çok geç bile kalınmış bir adım olarak değerlendiriyoruz.

Bu adımla birlikte ayrıca,  İstanbul Sözleşmesi ve Türkiye’nin 1985 yılında imzaladığı CEDAW Sözleşmesi doğrultusunda çıkarılmış olan;

Başta ‘6284 Sayılı Kanun‘ olmak üzere, aile kurumuna zarar veren yasaların da bir an evvel ıslah edilmesi elzemdir.

Kadınlarımızın korunması, hak ettiği değerin verilmesi, toplumda saygın bir yer edinmesi için Batı icadı ve dayatması, asıl amacı çok farklı olan sözleşmelere, düzenlemelere ihtiyacımız yoktur.

Aile yapımızı ve kadınlarımızı korumak ve yüceltmek için gereken her türlü değer ve prensip Aziz Milletimiz’in tarihinde, kültüründe, bizim kendi medeniyetimizde zaten mevcuttur.

Yeniden Refah Partisi olarak bizler, yıllardır bu sözleşmeden en acil şekilde vazgeçilmesi gerektiğini, bu sözleşmenin ahlaki, manevi, insani bakımdan yıkıcı sonuçları olacağını yıllardan beri en güçlü şekilde, her platformda haykırdık.

Diğer siyasi partilerin pek çoğu bu sözleşmeyi desteklerken, bir kısmı da sessiz kalırken, biz bu çok hayati konuda farkındalık oluşması, bu yanlıştan dönülmesi için büyük gayret gösterdik.

Bu sebeple, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararının alınmasında çok önemli payı olan Yeniden Refah Partimizin tüm teşkilat mensuplarına, üyelerimize ve bu konuda bizler gibi emeği bulunan her kesimden insanımıza, bu kararı imzalayan Sn. Cumhurbaşkanı’na teşekkür ediyoruz.

Bu adım karşısında bazı kesimler “ülkeyi karanlığa, geriye götürme”, “gericilik”, “çağdışı bir anlayış”, “Türk kadınlarını orta çağ karanlığına götürmek” gibi genetik kodlarında yer alan ve bizlere, bu ülkedeki dindar ve inançlı insanımıza “Şeflik Dönemi’nin ve 28 Şubat’ın karanlıklarını” hatırlatan kavram ve ifadelerle tepki gösterdiler,  karşı çıktılar.

Aslında içlerinin, özlerinin değişmediğini, sadece zaman zaman “inançlı kesimden oy alabilir miyiz?”  kaygısıyla takiyye yaptıklarını ortaya koymuş oldular.

Bu ülkede yıllar boyunca Milletimiz’in 1000 senelik temel değerleri, kutsalları aşağılanmaya, değersizleştirilmeye çalışılırken, insanlarımızın dininin, inancının gereklerini yerine getirme hakları elinden alınırken;

sus-pus olan, hatta buna destek olanlar, şimdi çıktılar Avrupa’nın hazırlayıp dayattığı bir sözleşmeyi adeta kutsallaştırdılar…

Kendi medeniyetimizin, inancımızın, kendi kültürümüzün değer ve prensiplerine önem vermezken, Batı zihniyetinin, kimler olduğunu çok iyi bildiğimiz dış güçlerin yazdığı metinlere hayran kaldılar.

Yıllarca Kur’an kursları ile, İmam Hatip’lerle, Allah’ın emri olan başörtüsü ile savaşanlar, İstanbul Sözleşmesi’ne haşa Allah’ın bir kelamıymış gibi sahip çıktılar…

Milli Görüş olarak 50 senedir bunlar için söylediğimiz “Batı Aşıkları” ve “Taklitçiler” sözlerimizde ne kadar haklı olduğumuzu görmüş olduk…!!

Neymiş ??  Kadına şiddeti önleyecekmiş … Yahu önleyecek olsa şimdiye kadar önlerdi … !!

Sözleşmenin yürürlüğe girdiği 2012’de 120 kadın cinayeti gerçekleşirken, 2019’da 470 kadın cinayeti işlenmiş …

Önleyeceğine daha da artırmış …!!

Bu sözleşmenin, “toplumsal cinsiyet eşitliği”nin en etkili şekilde uygulandığı İskandinav ülkelerinde Danimarka-Finlandiya-İsveç’te kadına yönelik şiddet vakaları Avrupa’nın en yüksek düzeyinde…

Bunu kim söylüyor ?  AB’ne bağlı bir kurum olan “Temel Haklar için AB Ajansı”nın 2014’de yaptığı araştırma söylüyor…

“Uluslararası Af Örgütü’nün 2019 raporuna göre de; tecavüz vakalarının en sık gerçekleştiği ülkeler İskandinav ülkeleri…  

Finlandiya’da her yıl 50 bin kadın tecavüze uğruyor…

………………………………………………………………

“Efendim bu sözleşme meclisin onayı ile yürürlüğe girdi ve yine aynı şekilde yürürlükten kaldırılması gerekir” deniyor,

Evet doğru, ancak Meclis’e gelmeden önce Uluslararası bir anlaşma olduğu için, öncelikle C. Başkanı tarafından onaylandı, ve sonra mecliste oylandı.

Şimdi aynı süreç tekrar işletiliyor;

Birinci adım atıldı, C. Başkanı Kararnamesi ile “C. Başkanı’nın onayı” ortadan kaldırıldı.

İkinci adım da gerçekleştirilip, İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe koyan “6251 Sayılı Kanun” Meclis’te oylanarak yürürlükten kaldırılmış olur.

Bu adım da bir an önce atılırsa, tartışmaya da mahal kalmamış olur.

……………………………………………………………

Yeniden Refah Partisi olarak çağrımız; yeni, milli ve manevi değerlere bağlı bir sözleşme hazırlanması ve bu sözleşme doğrultusunda kadın, aile ve sosyal politikalar alanında yeni kanuni düzenlemelerin gerçekleştirilmesidir.

Kadını da, erkeği de koruyan,  erkeği ve kadını birbirlerinin tamamlayıcısı ve en büyük destekçisi olarak gören, aile kurumunun korunmasını temel alan, kadına anne olmayı, erkeğe baba olmayı en büyük değer olarak öğreten, çocuklara uzanacak kirli elleri kıran yeni bir sözleşme.

Aile yapısıyla asırlar boyu tüm dünyaya örnek olan bir Millet olarak bunu biz kendimiz yapabiliriz.

Bizim aynı zamanda yeni nesillerimizi bu anlayışa sahip bireyler olarak yetiştirmemiz gereklidir.

Yetiştireceğimiz yeni nesillerin lügatinden eşcinselliği, LGBTİ’yi,  ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ gibi art niyetli kavramları çıkaralım.  Bu sapkın kavramları her gün karşımıza çıkaran TV yapımlarını, dizileri sonlandıralım.

Milli ve manevi değerleri önceleyen bir eğitim müfredatı ve medya yapısı geliştirelim.

……………………………………………………

EKONOMİ

MB aldığı kararla, faizi ‘2 puan’ birden artırarak yüzde 19’a yükseltti…!!

MB daha yüksek faiz vererek dışarıdan sıcak para çekmeyi,  ülke içinde ise ‘250 milyar dolar’a yaklaşan seviyedeki döviz hesaplarının TL’ye dönmesini amaçladı.

Ancak bu karar, aynı zamanda kredi faizlerinin yüzde 25-26 düzeyine yükselmesi, kredi kullanmanın, yatırım yapmanın olanaksız hale gelmesi demektir.

Projelerde, yatırımlarda finansman maliyetlerinin daha da ağırlaşması demektir.

MB’nin yaptığı bu faiz artışının reel sektörü çok zor duruma sokması, yatırımları, yeni istihdamı, kapasite artışlarını zorlaması, büyümeyi frenlemesi kaçınılmazdır.

Faizlerin artması, devletin borçlanma maliyetinin de çok daha artması demektir.

Böyle yüksek bir faiz artışına gidilmesi, böyle riskli bir adımın atılması;

İktidarın ilan ettiği ekonomik ve hukuki reform paketlerinin toplumda ve piyasalarda karşılık bulmadığını ve dış kaynak girişini sağlayamadığını göstermektedir.

Bu nedenle de, daha yüksek faiz vererek dışarıdan sıcak para temin edilmeye çalışılıyor.

Oysa ki; 2020 Kasım ve Aralık aylarında peş peşe yapılan neredeyse %7’lik faiz artışına rağmen;

yurtiçindeki döviz mevduatlarında umulan çözülme olmadığı gibi,   yabancı sıcak para girişi de çok kısa vadeli ve çok düşük düzeyde gerçekleşti.

………………………………………………………………

Türkiye’nin kamu-özel sektör birlikte “toplam dış borcu 450 milyar dolar”a yaklaşırken,  2020 sonu itibarıyla 188,8 milyar dolar olan bir yıl içinde ödenmesi ve döndürülmesi gereken kısa vadeli dış borç tutarı ise bu yılın ocak ayı sonu itibarıyla 190,3 milyar dolara yükseldi…!!

450 milyar $’lık toplam dış borç stoğu, 717 milyar dolara gerileyen GSYH (Milli Gelir) tutarının yüzde 59’una ulaştı…!!

Bu dış borç tablosunda asıl vahim olan, bir yıl ve daha kısa vadede ödenmesi, çevrilmesi gereken dış borç tutarının geldiği nokta.

1 yıldan kısa vadede ödenmesi gereken dış borç miktarı 200 milyar dolara yaklaşmış durumda …!!

2020 Mart ayında 168,9 milyar dolar olan bir yıl ve daha kısa vadeli borç stoku tutarı,  2021 Ocak sonunda ulaştığı 190,3 milyar dolarla,  10 ayda 21,4 milyar artış gösterdi.

Bu korkunç rakama ilaveten;

- 2020 yılında bitirilen 128 milyar dolarlık MB döviz rezervi,

- MB döviz rezervlerinin eksiye düşmesi,

- Diğer yandan yıllık 37 milyar dolarlık cari açık,

- Pandemi nedeniyle Avrupa’nın Türkiye’den ithalat talebinin daralması

- AB aşı pasaportuna Türkiye’nin dahil edilmemesi, yabancı turist sayısını azaltarak bu turizm sezonunu çok olumsuz etkileyecek olması,

Tüm bunlar, Türkiye’yi döviz yokluğuna sokarak, kısa vadeli dış borçların çevrilmesini de son derece zor hale getirmiştir.

Artık deniz bitti,  iktidar iyiden iyiye sıkıştı…

190 milyar $ dış borç ödemesi için lazım,

40 milyar $ MB rezervlerini sıfıra getirmek için lazım,

40 milyar $ yıllık cari açığı kapatmak için lazım,

30-40 milyar da devleti idare etmek için lazım,

ETTİ SİZE   300 Milyar $ …!!

…………………………………………………………..

TÜM BU EKONOMİK VE MATEMATİK GERÇEKLER KARŞISINDA YAPILMASI GEREKEN;

MALİYE BAKANI VEYA  MB BAŞKANI DEĞİŞTİRMEK DEĞİL,  AK PARTİ MKYK’SINI DEĞİŞTİRMEK DEĞİL,

ANLAYIŞI DEĞİŞTİRMEK, ZİHNİYETİ DEĞİŞTİRMEKTİR.

Bakan veya MB Başkanı değiştirerek, faiz artırarak, borcu borçla kapatarak, fiyat denetim komitesi kurarak bu durumdan kurtulamayız…

Yapılması gereken üretmek ve ihraç etmektir…

Yerli üretimi bol ve düşük maliyetle yapabilmek, katma değerli ürün ihracatını artırmaktır…

Kamuda israfı,  savurganlığı önlemektir…

Kamu ihaleleri yoluyla imtiyazlılara milyarlarca dolar aktarmaktan vazgeçmektir…

Mutlaka ama mutlaka Denk Bütçe’yi gerçekleştirmektir…

Kaynak ihtiyacımızı borçlanarak değil, milli kaynak paketleri ile karşılamaktır…

TÜM BUNLARI GEÇMİŞTE YAPAN MİLLİ GÖRÜŞTÜR, BUGÜN DE YAPACAK OLAN YİNE MİLLİ GÖRÜŞTÜR, YENİDEN REFAH PARTİSİ’DİR.