Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısı'nda konuştu.Az önce oturumu yöneten arkadaşımız acı haberi sizlere de duyurdu. Hasan Fehmi Güneş, Türk siyaset dünyasının önemli aktörlerinden birisiydi. En zor dönemlerde İçişleri Bakanlığı yaptı ve görevini yaparken bu devletin saygınlığını korumayı her zaman temel ilke edindi. Kendisini en son Keçiören'deki evinde ziyaret etmiştim, Birlikte bahçede oturup sohbet etmiştik. Bu sabah haber geldi, hayata gözlerini yummuş. Ama o bizim yüreğimizdeki canlılığını hep koruyacak. Onun görev aşkını her birimiz tek tek yüreklerimizde taşımak zorundayız. Kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz. Hepimizin, ülkemizin, devletimizin başı sağ olsun.


Değerli arkadaşlarım; 22 Kasım yani bugün Dünya Diş Hekimleri Günü. Bu haftayı da Toplum Ağız ve Diş Sağlığı Haftası olarak kutluyoruz. Hekimlerin pandemi süreci içinde nasıl büyük bir fedakarlıkla çalıştığını hepimiz biliyoruz ve bunun tanığı olduk. Sağlık çalışanları haftalarca eve gitmediler, çocuklarını kucaklamadılar, eşleriyle konuşmadılar, bizim sağlığımız için, toplumun sağlığı için mücadele ettiler. O nedenle biz aynı şekilde çalışan diş hekimlerine de yürekten sevgilerimizi, saygılarımızı, dostluğumuzu gönderiyoruz. Ama öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki, sağlıksız bir planlama, kontrolsüz açılan fakülteler, ilerde atanamayan diş hekimleri sorununu gündeme getirirse kimse şaşırmasın. Devlet planlamayla yönetilir, ihtiyaçlar önce belirlenir. Defalarca söyledim, bir kez daha ifade edeyim: İhtiyaçlar sınırsızdır, kaynaklar sınırlıdır. Ekonominin temel felsefesi sınırlı kaynaklarla, sınırsız ihtiyaçlar arasında sağlıklı bir dengeyi oluşturmaktır. Şimdi bakıyorum değerli arkadaşlar, Almanya'yla aynı nüfusa sahibiz. 31 diş hekimliği fakültesi var, bizde 103 diş hekimliği fakültesi var. Bizdeki kontenjan 8599, Almanya'da 2500. Almanya'da 5 öğrenciye bir asistan düşüyor, 9 öğrenciye bir profesör düşüyor. Bizde 14 öğrenciye bir asistan, 46 öğrenciye de bir profesör düşüyor. Buradan üniversitede okuyan bütün genç kardeşlerime sesleniyorum: Sizin sorunlarınızı çözmeyi ahdettik, sizleri üniversite bitirdikten sonra işsiz bırakan düzeni tepetaklak yıkacağız. Bu düzeni tamamen sonlandıracağız.


Her gencimiz üniversitede okurken, üniversiteyi bitirdiğinde, güzel bir ortamda iş bulacak ve çalışacak. Üniversiteyi bitir, eline diplomayı al, mastırını yap, doktoranı yap, hatta iki üniversiteyi bitir ve işsiz kal ve sonra geleceği yurtdışında ara. Bu düzeni değiştireceğiz ama bu düzeni değiştirmenin yolu sizlerden geçiyor. 6 milyon 300 bin genç ilk kez sandığa gidecek ve oy kullanacak. Kendi geleceğiniz için oy kullanın, kendi geleceğiniz için.


Yarın Öğretmenler Günü, baş tacımız öğretmenler... Benim eğitimle ilgili en önemsediğim cümle, Gazi'ye ait bir cümle, Gazi Mustafa Kemal'e ait bir cümle. Şöyle der: "Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.” Ne kadar doğru değil mi? Eğitim bir kişiye, bir aileye, bir sınıfa, bir topluma çıtayı atlatan temel aktördür; temel konudur eğitim. Acaba biz eğitime gerekli önemi verdik mi, gerekli desteği verdik mi? Öğretmenine değer vermeyen bir toplumun, eğitimden bir şey bekleme şansı yoktur. Öğretmenin sorununu çözmediğiyseniz ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. Ülkenin sorunlarını temelden, akılcı politikalarla çözmek istiyorsanız, önce öğretmenin sorunlarını çözeceksiniz. Çünkü gelecek kuşakları yetiştirecek olan o öğretmenlerdir. İktidar bunun farkında mı? Hayır, bunun farkında değil. Buradan yine bütün öğretmen kardeşlerime sesleniyorum: Sizi bu toplumun en saygın kişisi yapmak konusunda elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz.


İtibarlı bir meslek haline getireceğiz öğretmenliği. Nasıl hakimlerin ve savcıların özel yasası varsa, öğretmenlik meslek kanunu olacak, ayrı bir yasaları olacak onların, itibarlı bir yasaları olacak. 3600 ek göstergeyi oyalamadan, derhal vereceğiz; sizin hakkınızdır 3600 ek gösterge.Öyle sözleşmeli öğretmen, vekil öğretmen, kadrolu öğretmen... Hayır efendim, öğretmen öğretmendir. Öğretmen kadrolu öğretmendir, ayrımcılığı tamamen bitireceğiz, tamamen bitireceğiz. 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde her öğretmenimize 1 aylık ikramiye vereceğiz, "helali hoş olsun" diyeceğiz. Yeter ki sen görevini yap, Türkiye'yi yükseltecek olan sizlersiniz.


Okullardaki öğretmen açığını süratle bitireceğiz. Atama bekleyen yüzbinlerce öğretmen var ama öğretmensiz okullarımız var. Köy okullarını kesinlikle tekrar açacağız. Ferhat ile Şirin'i buluşturur gibi öğrenciyle öğretmeni buluşturacağız. Bir arada olacaklar, beraber olacaklar, toplumun sorunlarını çözmek için birlikte düşünecekler. Ayrıca ikili eğitim, birleştirilmiş sınıflar uygulamasına da son vereceğiz. Bunları bütün öğretmen arkadaşlarımın hafızalarının bir yerinde tutmalarını istiyorum. Çünkü geliyor gelmekte olan ve siz soracaksınız, "Söz verdiniz, ne yaptınız?" diye. Ben bunları yapacağım, söz veriyorum. Hepsini yapacağız, beraber yapacağız, birlikte yapacağız, onurla yapacağız, gururla yapacağız. Öğretmeni baş tacı yapmayan bir toplumun gelişme şansı yoktur, büyüme şansı yoktur.
Hep haksızlıklara karşı durduk, haksızlıklara karşı durmayı önce ailemizden öğrendik, arkadaşlarımızdan öğrendik, öğretmenlerimizden öğrendik. Haksızlık karşısında susmamamız gerektiğini öğretmenlerimiz söylediler bize, bizi öyle eğittiler öğretmenlerimiz. Ama sürekli haksızlıklar yaşanan bir toplumda adalet duygusu zedelenir. Adalet duygusunu güçlü tutmanın yolu, haksızlığa karşı toplumun saygın kesiminin direnç göstermesidir. Bunu yapmamız gerekiyor. Bu ülkede çok şey oldu. Almanyalara gittiler, yurtdışından paralar getirdiler, buralarda büyük holdingler kuracaklardı; 8 milyar mark civarında bir para yok oldu, buharlaştı, gitti ve buna benzer pek çok şey oldu. Şimdi 300 lirayla, 500 lirayla, bin lirayla finans kurumları oluşturuldu. "Bu parayı verin faizsiz ev sahibi olacaksınız, araba sahibi olacaksınız..." İş çığırından çıktı, eleştiriler yaptık. Parlamentoya bir teklif geldi, güzel... Hep beraber çıkardık, eksikliklerini dilimizin döndüğü kadar ifade ettik ve çıktı. Bazı şirketlerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Bu konuda Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na yetki verdi. Değerli arkadaşlarım; 21 şirkette 54 bin vatandaşımızın parası var, tam beş aydır paralarını alamadılar. Geçen gün İstanbul'da eylem yaptılar, "paralarımız nerede?" diye. "Tasfiye olacaktı, bu paralar bize verilecekti, birikimlerimiz var" diye. Henüz 5400 aile parasını alamadı ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak 5400 ailenin takipçisi olacağız, haklarını onlara teslim edinceye kadar.


Değerli arkadaşlarım; adaleti öğrendik evet, dramı öğrendik evet, haksızlığı öğrendik evet ama demokrasiyi de öğrendik, güzelliği de öğrendik. Anneler için evlatların ne kadar değerli olduğunu öğrendik. Bildik, öğretiler, annemizin sevgisinden bunu öğrendik, annemizin gözyaşlarından öğrendik. Annemizin arada bir bizi azarlamasından öğrendik. Çoğu o azarlama bile bizim daha iyi bir yaşam sürmemizin bir belgesiydi adeta. Cumartesi Anneleri tam 26 yıldır haklarını arıyorlar. 26 yıldır evlatlarını arıyorlar. "Bari mezar yerini gösterin" diyorlar. "Yahu gidip mezarının başında bir Fatiha okuyalım" diyorlar. Çoğu anne bunu görmeden hayata veda etti ve bunlar anneliğe yakışır asalet içinde, sessizce Galatasaray Meydanı'nda her cumartesi oturarak haklarını istediler. Tam 699 hafta... 700 üncü haftada baskı kurdular, bunları dövdüler ve gönderdiler, efendim yasaya aykırı gösteri yaptıkları için. Oysa toplantı ve gösteri yürüyüşü, silahsız ve saldırısız olmak kaydıyla hiçbir yerden, makamdan izin alınmaksızın yapılabiliyor. Anayasa’nın temel hükmüdür bu ama bu anneleri dövdüler ve gönderdiler. Yasaya aykırı davrandınız diye bunları mahkemelere verdiler. Üçüncü duruşması olacak, milletvekili arkadaşlarım bu üçüncü duruşmayı izlesinler. Elbette ki Cumartesi Anneleri haklı ama Diyarbakır Anneleri de haklı. Hiçbir anne evladının elinde silahla terör örgütüne katılmasını istemez. O anneleri de anlamamız gerekiyor. O annelerin acılarını da paylaşmamız gerekiyor. Biz bakın, toplumda hiçbir ayrımcılık yapmıyoruz. Anne, annedir. Annenin beklentisi, evlatları üzerindeki beklentisi değerlidir ve önemlidir ve hepimiz buna katkı vermek zorundayız. Ayrımcılıktan değil, kucaklamadan söz ediyorum, beraberlikten, birlikten söz ediyorum. Dolayısıyla o konuda da elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz.


Değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin ciddi sorunları var ekonomide. Açık söylemek gerekirse mutfaklarda yangın var. Hangi eve giderseniz gidin -sarayı ayrı bir yere koyuyorum, dolarla ticaret yapanları da ayrı bir yere koyuyorum, dolarla devlete borç verenleri de ayrı bir yere koyuyorum, dolarla ihale alanları ayrı bir yere koyuyorum... Onlar ayrı ama benim derdim, hepimizin derdi, ortak derdimiz, asgari ücretle geçinenler, açlık sınırının altında, yoksulluk sınırının altında, aylık alanlar. Bu insanlar nasıl geçirecekler? Fiyatlar artıyor ve herkes birbirini suçluyor. Özellikle iktidar kanadı halcileri suçluyor. Halciler: "Efendim tarlada bu kadar, hâl nasıl oldu da böyle geldi? Dükkânda şu kadar, markette şu kadar" diye açıkça suçlamalar yapıyorlar. Hal esnafına gittim, bizzat kendim hal esnafıyla konuştum. Sonra halci arkadaşları topladım ve onlarla ayrıca bir pazar günü dertleştim. Ya arkadaş, gerçekten bu fiyatları artıran siz misiniz? Nedir sizin derdiniz? Neden iktidar halcilerin üzerine bu kadar acımasızca geliyor? Neden tarlada çok düşükken, manavda veya markette bu ürün bu kadar pahalıya satılıyor? Nedir bu işin gerçeği? Dediler ki, “tarımsal üretimde, yani çiftçinin kullandığı girdiler çok pahalı. İktidarın bundan haberi bile yok. Gübre fiyatları pahalı, ilaç fiyatları pahalı, tohum pahalı, fide pahalı, sera malzemelerinin tamamı pahalı ve çiftçi dolarla belirlenen bu fiyatlarla malzemeyi almak zorunda, gübreyi almak zorunda.”
İki; dediler ki, “bütün Avrupa Birliği ülkelerinde çiftçiler desteklenir, tarım desteklenir ve büyük destekler verilir. Çünkü tarım stratejik sektördür. O ülkede yaşayan vatandaşların karnının doyması lazım, makul bir fiyatla karnının doyması lazım. Ama bizde Tarım Kanunu var, 21’inci madde var; milli gelirin en az yüzde 1'i oranında teşvik verilecek ama bu uygulanmıyor.” Yine söylediler: “Çoğu zaman destekleri, var olan destekleri de toprak sahibine veriyorlar. Toprak sahibi İzmir'de oturuyor, İstanbul'da oturuyor, Ankara'da oturuyor. Tarlaya bile gitmiyor, kiraya veriyor. Üreten orada, eken orada, çalışan orada, alın teri döken orada; teşviki ona değil Ankara'da oturana veriyorlar.” Bu da yanlış. Yine Ankara halinde tezgâhın üzerindeki plastik kasayı gösterdi. "Bu kasanın fiyatı, içindeki domatesten daha pahalı" dedi. Evet, "kasanın fiyatı, karton kutunun fiyatı, içine koyduğumuz tarım ürünlerinden daha pahalı" dedi. "Bu çiftçi ne yapacak, üretici ne yapacak?" dedi. Yine dediler ki: "Biz burada komisyoncusuyuz. Bizim alacağımız ücreti biz belirlemiyoruz. Yüzde 8, onu da biz belirlemedik. Gelen mal belli, çıkan mal belli, faturalar belli, bizim kazancımız yüzde 8 brüt. Onun üzerinden de zaten vergi veriyoruz. Dolayısıyla bizim fiyatları artırma gibi, zaten istesek de böyle bir şey yapamayız." Bir şeyden daha şikâyet ettiler: "55 milyon ton tarımsal ürün üretiliyor Türkiye'de. Bunun 26 milyon tonu kayıtlı, 29 milyon tonu kayıt dışıdır" dediler. "Hallere girmiyor" dediler. "Asıl bizimle uğraşacaklarına, kayıt dışıyla biraz uğraşsınlar" dediler. Haklılar mı? Haklılar. Yine, "biz halciler olarak bütün paydaşlarla bir araya gelip kendi sorunlarımızı çözmek isteriz. Üretici birlikleri, kooperatifler, ihracatçılar, tacirler, komisyoncular, perakendecilerin de hepsinin içinde olduğu bir borsa oluşturmak isteriz. En büyük arzumuz da budur" dediler. Bir suçlu aramak istemiyoruz. Ayrıca gelen giden mallarda bazen yüzde 8, bazen yüzde 1 KDV var. Gelen malların ve çıkan malların tamamında yüzde 1 KDV olması lazım. Bu nasıl olsa gıda ürünüdür. Gıda üründe ayrımcılık yapmanın doğru olmadığını ifade ettiler. "Nakliye masraflarından iktidarın haberi yok. Yol parası, mazot parası, yağ parası, yedek parça, şoför, tünellerden geçiş, otobanlardan geçiş, avro ödüyoruz... Peki bunlardan haberleri var mı? Bunların her birisi maliyeti etkiliyor" dediler ve şunu söylediler: "Üretimin paraya çevrilmesini de en garantili yer hallerdir" dediler. “Üreticiye gelir, malını teslim eder. Biz malını sattıktan sonra parasını öderiz.” Bu güven ilişkisi yıllardır devam eder, üreticiyle hal komisyoncusu arasındaki bu ilişki yıllardır devam eder. "Bizim en büyük derdimiz bilgi kirliliği. Herkes bizi suçlar ama biz bu suçlamaların tamamen dışındayız. Sesimiz çıkmadığı için her gelen bizi suçlamaya çalışıyor, bizim sesimiz olun" dediler. "Haksızlığa karşı siz karşı çıkıyorsunuz, o zaman bize yönelik haksızlıklara da karşı çıkın" dediler. "Bizi hedef sektör haline getirdiler, oysa biz yüzde 8'den başka bir kâr elde etmiyoruz, bir gelirimiz yok" dediler. Ayrıca ” biz her türlü denetime açığız. Bakanlık, hükümet denetim yapmak isterse, gelsinler başımızın üstünde yeri var. Biz kayıt dışı ticareti de engelleyelim, denetleyelim dedik. Elimizden gelen her türlü çabayı gösteririz” dediler. Ve bir üretim planlaması yapılması gerektiğinin de altını çizdiler.


Sonunda da “Hali kazanan, seçimi kazanır” dedi başkan, “hali kazanan seçimi kazanır.” Ben de kendisine şunu söyledim: Başkan hiç endişe etme. Allah'ın izniyle hem hali kazanacağız, hem seçimi kazanacağız dedim. Evet, hem haldeki bütün vatandaşları kazanacağız, seçimi de kazanacağız.


Onların bütün sorunlarını çözeceğiz. Sorunları nasıl çözeriz? Onlarla bir araya gelerek, onları dinleyerek, onların çözüm önerilerini dinleyerek. Sorunu yaşıyor zaten, sorunlu biliyor zaten. Nasıl çözüleceğini de biliyor ama sırça köşkte oturuyorsanız, sarayda oturursanız, ahkam keserseniz saraydan, oturup hal esnafıyla konuşmazsanız, tezgahının başında durup da "yahu derdin nedir?" diye bir soru soramazsınız, Türkiye'nin sorunlarını çözemediğiniz gibi, hal esnafının da sorunlarını çözemezsiniz. İnşallah o bize nasip olacak, beraber çözeceğiz.


Tabii hal esnafı böyle ama bir de gıda sektörü var. Vatandaşın karnının doyması lazım. Mutfaklarda yangın var dedik. Her gün zam geliyor saat başı. Marketlerde saat başı etiket değiştiren elemanlar işe başladı. Öyle bir noktaya geldi ki Türkiye, insanlar satarken kâr elde ederler; yüzde 3'tür, 5'tir, 10'dur, 20'dir, 25'tir kâr elde ederler. Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, satarken zarar ediyor. Çünkü yarım saat sonra fiyat değişecek, aldığı malın yerine yenisini koyamayacak. Bu noktaya Türkiye'yi getirdiler. Kendilerinin bana aktardığı bütün bileşenlerle buluştum, gıda sektörünün bütün bileşenleriyle buluştum. Büyük marketler de vardı, küçük marketler de vardı, fırıncılar da vardı. Hemen hemen gıda sektörünün bütün bileşenleri geldiler. Onların da dertlerini öğrendim, onları da buradan paylaşmak isterim. "Bizim dertlerimizi anlatın, aktarın" diye söylediler, aktarıyorum. Diyor ki: "Üretici elindeki malı satmaktan tedirgin. Çünkü sattıktan sonra aldığın parayla aynı malı tekrar alamayacağım" diyor. Bu tedirginlik felaket bir şey. Satışı yapanlar fiyat artışlarından sorumlu değildir. "Biz değiliz" diyor. "Ben satış yapıyorum ama fiyat artışından ben sorumlu değilim ki" diyor. Eğer konuyu maliyet ve üretim ekseninde düşünemezsiniz, zaten fiyat artışı zorunlu olarak gelir. Bunlar benim elimde değil, ben malı alıyorum, üzerine makul bir kâr koyuyor ve satıyorum. Yazarkasası var, faturası var; kaça aldığım belli, kaça sattığım belli. Yine söylediler ki, hükümetin birinci önceliği üreticiyi korumak olmalı. Eğer üreticiyi koruyamazlarsa, açlık kriziyle karşı karşıya kalabiliriz. Üreticinin korunması lazım. Yine şunu söyledi marketçiler: "Bizim sattığımız ürünlerin yüzde 77'si tarım ürünü" dediler. "Süttür, peynirler ekmektir, yaş sebze meyvedir; bunların yüzde 77'si tarım ürünü" dediler. "Yani gıda ile ilgili çalışıyoruz biz. Denetleme ile fiyatlar düşmez" dediler. "Baskıyla fiyatlar düşmez" dediler. "Malı karaborsaya düşürür, mal tezgâh altına girer" dediler. Siz üretimi çözeceksiniz, piyasaya mal vereceksiniz. İnsanlar ürün olacaklar ve ürün bolluğu olacak. Fiyatların düşmesi için bunun olması lazım. Yine "gıda sektöründe eğer tedarik zincirinde bir kopuş olursa, fiyatları kontrol edemezsiniz" dediler. Bu zincirin koptuğunu büyük ölçüde ifade ettiler.


Bakın değerli arkadaşlarım; az önce çiftçinin aldığı, yani girdilerinin ne kadar pahalı olduğunu ve fiyatların ne kadar arttığını ifade etmiştim. Tarım Orman Bakanlığı'nın verileri, Tarım Orman Bakanlığı'nın Kasım ayı verileri, Kasım 2021 verileri: Üre gübresinin tonu 8960 liraya çıkmış. Şimdi daha da arttı yalnız; malum Türk Lirası eriyor, şimdi daha da arttı. Geçen yıl aynı ayda 8960 lira değil, 2519 liraydı. Artış yüzde 256; 11 bin lira evet, piyasada 11 bin lira... Aynı şeyi DAP gübresi: 3176 liraydı geçen yılın kasım ayında, şimdi 8402 lira. O da 9750 lira diye ifade ettiler, 10 bin liraya o da çıktı. Peki bu çiftçi ne yapacak değerli arkadaşlar? Siz kalkıyorsunuz, çiftçiyi suçluyorsunuz, marketçiyi suçluyorsunuz, halciyi suçluyorsunuz; yahu bunlar dolar tırmandıkça Türk Lirası karşısında, e bunlar artıyor. Adam zarar mı etsin? Fiyatlar mecburen artacak. Baskıyla mı fiyatı düşüreceksin, terörle mi fiyatı düşürüleceksin, hal esnafını terörist mi ilan edeceksiniz? Ya önce dönüp bir kendine bak. Türk Lirası’nı eriten kim? Hal esnafı mı, çiftçi mi, bakkal mı? Kim Türk Lirası’nı eritiyor böyle? Sorumluluktan kaçıp, sorumluluğu vatandaşa yüklemeye çalışıyorlar. Gıda üretenler ve pazarlayanlar satanlar diyorlar ki: "Siyaset kurumunun üzerinde düşünmesi gereken temel bir nokta var. Siz üretimi mi finanse edeceksiniz, ithalatı mı finanse edeceksiniz?" Güzel bir soru aslında. Üreticiyi finanse edersen, yeteri kadar mal çıkar piyasaya. İthalata girersen, dolar aldı başını gidiyor, fiyat gelecek, vatandaş alamayacak, hayat pahalılığı başlayacak. Bunu düşünmek lazım.


Bir marketçi şunu söyledi: Bir haftadır et fiyatları düştü. Her şey pahalanırken, et fiyatı bir haftadır neden düştü? Çünkü sütten zarar ediyorlar, bütün inekleri gönderdiler kesime. "Daha pahalı bir fatura önümüzdeki takvimde önümüze gelecek" dediler. Süt fiyatları... İneği yok edersen, danayı bulamazsın diye o cümle onlara ait, aynı cümleyi aldım. Evet, TÜİK'in verdiği rakamların hiçbirisine inanmıyorlar, "tamamı yanlış" diyorlar. Devlet yanlış bilgi üretirse, zaten doğru hedef tespit edemez. Yanlış bilgi üzerine doğru planlama yapılamaz. Yine şunu ifade ettiler: 32 milyon dekar boş arazi var, 32 milyon dekar ekilmiyor. Çünkü çiftçi zarar ediyor. Güven ortamının, istikrarın olmadığı bir ülkede fiyat istikrarını sağlayamazsınız diyor yine bir vatandaşımız. Polisiye tedbirlerle bu iş çözülmez.
Yine ifade ettiler gıda pazarlaması yapan, satışını yapan: "Bu yıl atılması gereken gübrenin ancak yüzde 20'si atıldı" deniyor. Pahalı gübre kullanılmadı, ancak yüzde 20'si kullanıldı. Yine şunu söylüyor: "Ya her gün ürün fiyatı değişir mi?" diyor. "Her gün ürün fiyatı değişirse ortada bir sorun var demektir. İktidarın buna eğilmesi lazım. Sorun edilmiyor, bizi suçluyor" diyor. "Ben bu işte suçlu değilim ki" diyor. "Aldığım malın üzerine makul bir kar koyup satıyorum zaten" diyor. Bak birisi şunu söyledi, "Tarım Bakanlığı kaldırılırsa bu sorun çözülür" dedi. Vallahi billahi, "Tarım Bakanlığı'nı kapatın, bu sorun çözülür" diyor.


"Et Süt Kurumu, engel kurumuna dönüşmüş durumda" dedi. İnekleri gönderdi kesime, çocuklarımıza süt içiremeyeceğiz. Değerli arkadaşlarım; mutfaklarda yangın var dedim. Karnabaharda artış, bir yıllık artış yüzde 124, patateste yüzde 70, tavuk etinde yüzde 68, patlıcanda yüzde 67... Yüzde 60, 70, 80 artışlar var. Asla asgari ücret bu kadar artmadı. Tam 14 milyon asgari ücretlimiz var, 14 milyon asgari ücretlimiz. Ayrıca asgari ücretlinin dışında, -bu çok fazla dikkati çekmiyor- 14 milyon asgari ücretin dışında aylık geliri asgari ücretin üçte biri civarında olan 7 milyon 587 bin 123 kişi daha var. 7 milyon 587 bin 123 kişi asgari ücretin üçte biri oranında para alıyor. Peki açlık sınırı 2988 lirayken, bu vatandaş 2825 lira ile nasıl geçinecek? Saraydakiler bunu biliyor mu? Beyler bunu biliyor mu? Dolarla maaş alanlar bunu biliyor mu? 5-6 yerden maaş alanlar bunu biliyor mu? Çiftçinin derdini biliyor mu bunlar? Yoksulluk sınırı 10335 lira. Türkiye'de yoksulluk sınırı 10335 lira, asgari ücret 2988 lira. Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplayın dedik, bu kadar büyük zamlar geldi dedik, bu insanlar geçinemiyor dedik. Toplayın ve fiyatı makul bir düzeye çekin dedik ama yapmadılar. Toplayacağız dediler, yapacağız dediler, yılbaşını bekliyorlar, zaman kazanmaya çalışıyorlar. Düne kadar diyorlardı ki, "efendim Yunanistan mahvoldu, Yunanistan perişan oldu, Yunanistan iflas etti." Yunanistan'da asgari ücret, Türkiye’nin asgari ücretin 2,7 katı, yani yaklaşık 3 katı. Kim perişan oldu? Kim perişan oldu?


Değerli arkadaşlarım; bir emekli bana bir not göndermiş. Arkadaşlar ısrar ettiler, mutlaka okuyun diye. Kendisi de yazmış “bunu grupta okur musunuz” diye, okuyayım. Kendisi yüzde 83 engelli. 6400 gün prim ödemiş ve emekli olmuş, malulen emekli olmuş. "Malulen emekli oldum. Benim maaşım 1992 TL. Yakında 100 dolara denk gelecek. Bugün kendi kendime düşündüm, acaba ben Uganda'da mı yaşıyorum, yoksa Madagaskar da mı? Ben 1992 lira ile kira mı vereyim, doğalgaz mı ödeyeyim, elektrik mi ödeyeyim, su mu ödeyeyim, ekmek mi alayım, giyim mi alayım, üniversitede öğrenci mi okutayım, yoksa yurt parası mı ödeyeyim, yoksa kalp kapağı ameliyatı mı ödeyeyim, yoksa evini geçindiremiyorum diye intihar mı edeyim? Ben ne yapayım bana bir akıl ver. Bu nasıl bir sosyal devlet, ben anlamadım" diyor. Eklemiş, not diyor. "Ben seni çok eleştiriyordum, yanılmışım. Hakkını helal et" diyor.


Evet kardeşim, Mustafa Doğan kardeşim; hiç meraklanma. Senden sadece biraz sabır istiyorum, biraz sabır istiyorum. Bu sandık gelecek buraya. O sandığa gideceğiz. Demokratik yollarla bu saray sosyetesine dersini vereceğiz ve onları göndereceğiz. Hiç endişe etmeyin, hiç endişe etmeyin. Bu kardeşiniz fakirin, fukaranın, garibin, gurebanın, çiftçinin, emekçinin, herkesin yanında olacak. Saray sosyetesi ayrı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ayrı; ayrı ayrı yerlere koyuyorum.


Gıda sektörünün bütün bileşenleriyle toplantı yaptıktan sonra bu millet daha büyük acılar çekmesin diye çıktım, 6 maddelik bir öneri yaptım ve şunu da söyledim: Sayın Erdoğan; bu 6 maddeyi uygularsan, seninle lehine, senin oyun artacak, vatandaş sana güven duyacak. Ama benim için senin oyunun artıp artmaması değil, mutfaklardaki yangını söndürmemiz gerekiyor. O insanlar bizim insanlarımız, o evlatlar bizim evlatlarımız. Gel bunu yap dedim. Öneri, dedik ki: Çiftçiye derhal 3 ay geri ödemesiz ve faizsiz kredi ver. Ziraat Bankası'nın görevi o zaten. Adı Ziraat Bankası, medya bankası oldu. Hortumculara kredi veriyorsun, krediyi ödemiyor sesini çıkarmıyorsun; çiftçi ödeyemeyince traktörünü haciz koyuyorsun. Bu düzeni değiştireceğiz değil mi? Beraber değiştireceğiz, beraber değiştireceğiz.


Çiftçinin su ve elektrik borçlarını sil kardeşim. Yahu zaten adam perişan, zaten gübre alamıyor. Sileceksin bunları... Öyle büyük paralar da değil bunlar. "En azından ya bizi de düşünen var, yani her ne kadar biz sarayı bu kadar eleştirdiysek de yani düşünüyorlar. Elektrik paralarımızı, su paralarımızı, faizlerini sildiler" de bari. Bir sevgi göster, bir insanlık göster kardeşim. Bankalarda, Tarım Kredi Kooperatiflerinde takibe düşmüş alacaklar var. Bunların faizlerini sil dedik, ana parayı da 6 ay ertele. Bu adam hiç değilse gübresini alabilsin. Tarımsal üretimde kullanılan mazottan KDV'yi 6 ay süreyle sıfırla kardeşim, “6 ay süreyle almayacağım” de. Bırak adam tarlasını sürsün bari. Tüketicinin nefes alabilmesi için de genelde yüzde 8 tüketim mallarında, gıda ürünlerinde KDV var. Kardeşim onu da en azından “6 ay boyunca sıfırlayacağım” de, vatandaş marketten daha ucuza alabilsin bari hiç değilse. Ekmeğini ucuza alabilsin, sütünü, peynirini ucuza alabilsin, zeytinini ucuza alabilsin bari.
Değerli arkadaşlarım; bizim belediyelerimiz, Cumhuriyet Halk Partili belediyeler kooperatiflerle iş birliği yapıyorlar, büyük çoğunluğu da kadın kooperatifleri. Üretiyorlar, bizim büyükşehir belediyeleri marketlerinde bu ürünler satılıyor. Yetersiz olduğunu biliyorum ama sadece CHP'li belediyeler değil, bütün belediyelerin aynı şekilde davranmasını isterim. Dolayısıyla fiyat istikrarını sağlamak açısından gıdada bu önemlidir. Benim ayrıca marketlere de bir çağrım oldu. Dedim ki: 10 temel ürün var, bunlar hayati gıda maddesi. Bunlara zam yapmayın. Zam yapmayın, zarar ediyorsunuz, onu da biliyorum ama sizin bu zararını telafi edeceğiz, tazmin edeceğiz. Yani o zarar sürekli bir zarara dönüşmeyecek. İktidara geldiğimizde göreceksiniz ki, sizin uğradığınız o zararı biz telafi edeceğiz. Bu ülkenin barışı ve huzuru için bu gereklidir dedik. Un, yağ, süt, bulgur, makarna, mercimek, yumurta, peynir, tuz ve her ay bir çeşit sebzeye en azından hiç zam yapmayın. Vatandaş bunları makul fiyatlarla alabilsin diye bu çağrıyı da kendilerine yaptık.


Değerli arkadaşlarım; bizim derdimiz ne. Bunların derdi ne, iktidarın derdi ne, saray sosyetesinin derdi ne? Bizim derdimiz, vatandaş perişan vaziyette. Eşimle beraber pazara gittik, bizim mahallenin pazarına gittik. Başlangıçta tanımadılar maske taktığımız için, sonra birisi tanınmış geldi. Siz Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu? Evet benim. A hoş geldiniz falan. Emin olun ağzımızdan daha bir laf çıkmadı, daha bir laf çıkmadı... “Ne olursunuz bizi kurtarın. Ne olursunuz...” En çok duyduğum laf her tezgâhta, “ne olursunuz bizi kurtarın, bıktık bu adamlardan. Oy size hiç vermedim.” Yemin ediyor, “oyum size” diyor. “Oyum size” diyor, yemin ediyor.


Pazara gidişim bile saray sosyetesinin trolleri tarafından eleştirildi. Vay efendim nasıl gider, vesaire. Giderim arkadaş; giderim tezgâhın başına, gerekirse otururum, gerekirse alın teri dökerim, gerekirse ona her türlü desteği veririm.Tabii ekonominin perişan halini biliyorlar, acaba buradan nasıl sıyırırız diye arayışlar içindeler. Birisi konuşmuş: "Siz bizi ekonomiyle, dolarla terbiye edemezsiniz" diyor. "Dolarla, ekonomiyle bizi terbiye edemezsiniz" diyor ve dün yine Erdoğan söylüyor: "Bu ekonomi kurtuluş savaşından da milletimizi zaferle çıkaracağız" diyor. Ve yine bir başka AK Partili, eski AK Partili milletvekili: "17-25 Aralık'ta bu milletin cebinden 50-60 milyar dolarını çaldılar" dedi. Sonundan başlayayım: Vallahi hırsızları en iyi siz bilirsiniz. Ben 17-25 olaylarında 50-60 milyar dolar çalındığını bilmiyordum ama her ay 10 bin dolar parayı cebe indiren adam bu rakamı veriyor. Demek ki doğruymuş bunların tamamı, az bile söylemişiz. 50-60 milyar doları bu arada iç etmişler. Değerli arkadaşlarım birbirlerini bunlar gayet iyi bilirler, gayet yakından bilirler. Alırsın 10 bin doları her ay cebine atarsın, sonra kalkarsın, vatandaşa ders vermeye kalkarsın. Ya insanın biraz yüzü kızarır, yüzü kızarır. 50-60 milyar doları çaldılarsa, çalan adam belli değil mi? "Oğlum paraları sıfırladın mı?" diyen adam kimdi Allah aşkına?


Diyorum ya, Allah konuşturuyor, Allah konuşturuyor. Mikrofonu bulmuş, sözde bize atacak ama itirafa geliyor, itiraf ediyor, itiraf ediyor. Bir diğeri ne diyordu? "Siz bizi dolarla, ekonomiyle terbiye edemezsiniz." Valla kardeşim ben sana söyleyeyim, seni dolarla terbiye ettiler. Ne dersen de, dolarla terbiye ettiler. Öyle bir terbiye ettiler ki, sabah yattın dolar, akşam yattın dolar; cebine elini attın, yine dolar. Ya mezara mı götüreceksin o doları? Sayayım: Bütün AK Partili kardeşlerim, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren bütün kardeşlerim, geçmişte oy veren bütün kardeşlerim dinlesinler. Şimdi dolarla kimleri terbiye ettiler? Az önce söyledim, bunlardan eski birisi, ayda 10 bin doları cebine indirirken dolar baronları tarafından terbiye ediliyor mu? Ediliyor. 10 bin doları aldıktan sonra ağzından bir laf çıkıyor mu? Asla çıkamaz. Ne demektir? 10 bin dolarla o kişi terbiye ediliyor demektir. Demek ki kimi terbiye ediyorlar? Cumhuriyet Halk Partiliyi değil, senin adamını terbiye ediyorlar, onun cebine basıyorlar doları, “konuşmayacaksın” diyorlar, “benim emrimdesin bundan sonra” diyorlar ve terbiye ediyorlar. Yabancılardan yüksek faizlerle borçlanıyorsun dolar olarak. Yabancılar sana parayı niye verir kardeşim? Yüksek faiz elde etmek için verir değil mi? Sana parayı veren aynı zamanda seni terbiye eder, parayı veren emri de verir. Sen şimdi bu emri alan pozisyondasın. Özellikle bunu Sayın Bahçeli için söyleyeyim: Ya Allah aşkına ya, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını dolarla satan iktidara ne denir ya ve onu destekleyenlere ne denir ya? "Efendim bizi dolarla terbiye edemezler." Yahu sen dolarla vatandaşlık satıyorsun kardeşim, dolarla vatandaşlık satıyorsun. Seni terbiye etmişler ve sen buna evet demişsin, el kaldırmışsın buna ve hala alkışlıyorsun. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde Türk Lirası milli paramızken, dolarla, avroyla ihale yaptılar. Müteahhit Türk, iş Türkiye'de yapılacak, ödemeyi yapan kurum Türkiye Cumhuriyeti kurumu ama para Türk Lirası değil, yabancı para. Demek ki seni terbiye ettiler. Neyle terbiye ettiler? Dolarla, avroyla terbiye ettiler seni, bunu yapacaksın dediler ve sen onu yapmaya mahkûm oldun. Demek ki dolarla, avroyla kimler terbiye ediliyor? Bunlar terbiye edilmiş. Yine milli para Türk Lirası, sen garantilerin tamamını dolarla yapıyorsun. Araba geçecek köprüden dolarla, araba geçecek tünelden avroyla... Hani Türk Lirası vardı? Hani bunlar ne diyorlardı, "biz yerliyiz ve milliyiz" diyorlardı, gayri milli ve gayri yerliler bunlar. Açıkça ifade edeyim, gayri milli ve gayri yerliler bunlar. Bunların yerlilikle, millilikle en ufak bir ilgileri yok bunların.


Öyle bir noktaya getirdiler ki, öyle bir terbiye ettiler ki bunları, bunlar Türk Lirası’nı unuttular. Kendi vatandaşlarından, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından dolarla, avroyla borç para aldılar. Akıl alacak şey değil. Buna iktisatçılar "ilk günah" derler. Yani bir iktidar kendi parasını bırakıp, kendi ülkesinin parasını bırakıp, yabancı bir parayla kendi vatandaşından borçlanıyorsa ona "ilk günah" derler. İlk günahı işleyen kim? Bunlar. "Dolarla öyle bir terbiye ettiler ki, Türk lirası kullanmayacaksınız, kendi vatandaşınızdan bile daha dolarla, avroyla borç alacaksınız" dediler ve bunlar da "emredersiniz" dediler. Bu devletin, bu vatandaşların 128 milyar dolarını hortumladılar, 128 milyar dolarını. Nereye gitti bu para? Ne oldu bu para? 6-6,5 liraydı, şimdi kaç oldu dolar en son? 12'yi geçti... 12,5, 12,20, bilmiyorum neyse...
128 milyar dolar 6 liraya sattılar şimdi 12; yüzde yüz kâr, düşünebiliyor musunuz? Yüzde yüz kâr... Yüzde yüz kârı dolar alanlara kim bağışlar, kim o imkânı sağlar? Dolarla terbiye edilmiş olanlar. Öyle bir terbiye ettiler ki, 128 milyar doları verdiler, bir de fiyatı arttırdılar. Öyle bir terbiye ettiler ki, Tank-Palet Fabrikası’nı bile Katar ordusuna peşkeş çektiler. Dolar yüzünden ama onu alacağız. Bir hafta içinde alacağız, şanlı ordumuza teslim edeceğiz.
Bunları öyle bir terbiye ettiler ki bu dolar baronları, öyle bir terbiye ettiler ki, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki bankalardaki mevduatın yüzde 58'i dolar, avro, yüzde 58'i... Öyle bir terbiye ettiler ki bunları; tahterevalli düşünün, bir tarafta dolar baronları oturuyor, bir tarafta tefeciler oturuyor, yüksek faiz alanlar. Dolar çıkınca burası düşüyor, dolar düşünce burası çıkıyor. Kazananlar hep aynı adamlar, hep aynı adamlar. Kaybedenler kim? 83 milyon biz kaybediyoruz. Bu tahterevalliye de son vereceğiz. Alın terine değer vermeyen, üretmeyen bir iktidarın geleceği yoktur. O nedenle inşallah bunu halledeceğiz ve bitireceğiz.
Bütün bu tablo dururken, dolarla bizi terbiye ediyorlar, adam terbiye edilmiş, terbiye edildiğinin farkında değil. Düşünebiliyor musunuz, garabete bakın ve bütün bu rezaletler yaşanırken saray sosyetesinin lideri Erdoğan diyor ki: "Bu ekonomi kurtuluş savaşından milletimizi zaferle çıkaracağız." İyi de kardeşim, ne oldu da Milli Kurtuluş Savaşını vermeye başladık? Bu ülkeyi düne kadar başka birisi mi yönetiyordu? 20 yıldır sen neredeydin? 20 yıldır neredeydin sen? Bir Türk lirası, 1 dolardı neredeyse başladığında. Ne oldu da 12 lira oldu birdenbire? Milli Kurtuluş Savaşı veriyormuş, geçiniz bunları... Millete gaz vermeyi de bırak. Otur adam gibi görevini yap. Sana söyledim, ders verdim, dersini çalış. Ne yapacağını söyledim sana.


Ve şöyle diyor: "Mandacı iktisatçıların reçetelerine itibar etmiyoruz" diyor. Ya Allah aşkına söylediği sözün anlamını biliyor mu acaba? Ya düşün, ihale yapıyorsun, dolar bazında yapıyorsun, ihaleyi alan vatandaş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, veren Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kurumu dolar bazında. İhtilaf çıktığı zaman neresi yetkili? Londra'daki tahkim mahkemeleri yetkili. Bu mandacılık değil mi kardeşim ya? Bunun altına sen hangi yüzle imza attın? Hangi yüzle imza attın? Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerini bıraktın, Londra mahkemelerini seçtin. Neden? Çünkü dolarla ihale alanlar yarın iktidar değişirse başımıza bir şey gelmesin diye. O dolarla ihale alanların başına çok şey gelecek. Milletin hayrına ne gerekiyorsa onlar gelecek, milletin hayrına.
Bu milletin, fakirin, fukaranın hakkını soracağım. Hakkını ve hukukunu sonuna kadar soracağım. Garanti veriyorsun dövizle. Bu mandacılık değil mi ya? Sen Türk lirasını devre dışı bıraktın, itibarsız bir para haline getirdin. Mandacılık değilse bu nedir? Tank-Palet Fabrikasını kalktın, Katar ordusuna verdin. Yahu Cumhuriyet tarihinde böyle bir rezalet yaşanmamıştı. Ayrıca sen mandacılığa karşı mücadele ediyorsan, birileri sana "aptal olma" dediği zaman, mektubu alıp, gidip onun yüzüne çarpacaktın.


Çarpamadın, neden? Çünkü sen ekonomik olarak bağımsızlığımızı birilerine pazarladın. Ekonomik bağımsızlığımızı birilerine pazarladın. Değerli arkadaşlarım; şimdi efelik yapıyor. Sanıyor ki biz bunların tamamını yutacağız, bu millet yutmaz. Bu millet hepsini gayet iyi bilir, yeri zamanı gelince kararını verir. Sen korkma, bu millet senin ne mal olduğunu gayet iyi öğrendi ve şunu sana söyleyeyim: Sen artık bu saatten sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel bir milli güvenlik sorunusun, temel bir milli güvenlik sorunu…
Hepinize saygılar sunuyorum değerli arkadaşlar.