Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Tekirdağ İl Başkanlığı Binasının açılış töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi:Hepinize yürekten teşekkür ederim. Öncelikle Tekirdağ’da olmaktan son derece mutluyum. Belediye Başkanlarımız ve sizlerin milletvekilleri ellerinden gelen bütün çabayı gösteriyorlar. Güzel bir binanın açılışı dolayısıyla burada olmaktan da ayrıca mutluyum.
Bugünün daha önemli bir anlamı var. 106 yıl önce Çanakkale Zaferini kazanan dedelerimizin torunlarıyız, çocuklarıyız. Çanakkale Zaferi bizim tarihimizin çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu zaferin üç temel özelliğinden söz edebiliriz. Birincisi, Milli Kurtuluş Savaşımızın önsözüdür. Yıkılan bir imparatorluk var ama o imparatorluğun küllerinden yeni bir devleti inşa etmek zorundayız. Kendisini sorumlu hisseden kadrolar önce Çanakkale Savaşında kendilerini gösterdiler. Ve Çanakkale Zaferinin ikinci önemli noktası, Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih sahnesine çok güçlü bir şekilde çıkmış olmasıdır. Biz Çanakkale Savaşını her ulusa nasip olmayan büyük başarı kazanarak tarihe mal ettik. Bir başka önemli özelliği, egemen güçlere karşı yaşlısıyla genciyle ortak mücadele ettiğimiz ve başarı elde ettiğimiz bir savaştır. Bu açıdan; 106 yıl önce mücadele ederek hayatını veren, kolunu, bacağını, gözünü veren şehit ve gazilerimizi şükranla anmak hepimizin temel görevidir. Bu konuda toplum olarak her yıl Çanakkale’yi anmamız aslında bir anlamda onlara duyduğumuz minnetin gelecek kuşaklara devredilmesini sağlamaktır. Bir başarıyı aldık ve o başarıyı gelecek kuşaklara da aktaracağız değerli arkadaşlarım.


Sonrasında malum İstiklal Marşımız var. Der ki, “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!”  Özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi Çanakkale Savaşıyla belleklerimize kazınmıştır. Biz kendi bayrağımızın altında özgürce yaşamak istiyoruz. Bu savaşı verenler aynı zamanda Milli Kurtuluş Savaşını verenlerdir. Hala Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık şiarını yeterince bilmeyen kadrolar vardır.


Şu gerçeği herkesin çok iyi bilmesi gerekir. Atatürkçülüğün iki temel ayağı vardır. Birincisi siyasi bağımsızlıktır. İkincisi ekonomik bağımsızlıktır. Ve Mustafa Kemal şunu söyler, onun sözleriyle ifade edeyim, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” der. Bayrağımın altında özgürce yaşamak istiyorum. Ama yine Mustafa Kemal Atatürk söyler, “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız”. Onun içindir ki, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları kazandıkları siyasi bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla taçlandırmak için Osmanlı’nın kaybettiği sanayi devrimini yeniden yakalamak zorunda kalmışlardır ve yakalamışlardır. Her birisi savaş meydanlarından geldi ama her birisi şunu söyledi: Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını nasıl sağlayacağız? İlk yaptıkları iş İzmir’de 1923’te iktisat kongresini toplamak olmuştur.


Dolayısıyla biz çocuklarımıza, evlatlarımıza bağımsızlığın ne anlama geldiğini çok iyi anlatmak zorundayız. Eğer bugün Türkiye 83 milyon olarak Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale geldiysek oturup her birimizin tek tek düşünmesi lazım. Bu coğrafyada yaşayan her birimizin oturup düşünmesi lazım. Ve yine düşünmemiz gerekiyor, nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyetinde dışarıdan para gelecek mi gelmeyecek mi umuduyla yaşayan bir siyasal iktidar var. Para gelse durum iyi, para gelmezse kötü. Peki senin ülken, senin kalkınman, senin büyümen nerede? Bunları sorgulamak zorundayız. Ben ve bu ülkede yaşayan herkesin sorgulaması lazım. Bakın bu savaşı yani Milli Kurtuluş Savaşını verenler, ekonomik kalkınmayı ve büyümeyi de sağladılar. Bir şeyi daha yaptılar, Osmanlının borcunu son kuruşuna kadar ödediler. Düyûn-ı Umûmiye İdaresini kapattılar. Acaba genç kuşaklarımız şu gerçeği biliyor mu? Yabancıların elindeki Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nde yani Borçlar Genel Müdürlüğü’nde çalışan personel sayısı, Osmanlı’nın Maliye Bakanlığında çalışan personel sayısından fazlaydı. Toplanan vergilerin kaderini, yapılacak yatırımların kaderini belirleyen Düyûn-ı Umûmiye İdaresiydi, yabancıların idaresiydi.


Gençlerimize gerçek tarihi anlatmalıyız. Bu binada oluşturulacak politikalar, yani Cumhuriyet Halk Partisi il merkezlerinde, ilçe merkezlerinde oluşturulacak politikalar tarihimizin iz düşümü olmak zorundadır. Aynı iz düşümden geleceğe bakmak zorundayız. O nedenle Mustafa Kemal Atatürk hedef olarak çağdaş uygarlığı yakalamak ve aşmayı göstermiştir. Ve bizler bunu yapmak zorundayız, bunu başarmak zorundayız. Tarihin bize yüklediği böyle bir sorumluluk var. Bu tarihi sorumluluk içinde hareket etmek zorundayız. Gün ayrışma günü değildir, gün kavga günü değildir, gün beraber olma ve ülkenin ekonomik bağımsızlığını yeniden sağlama günüdür. Bunu yapmak zorundayız.

Siyasi görüşlerimiz farklı olabilir. 83 milyona sesleniyorum; siyasi görüşlerimiz farklı olabilir, kimliklerimiz farklı olabilir, inançlarımız farklı olabilir, yaşam tarzlarımız farklı olabilir ama ülkenin bağımsızlığından hepimiz sorumluyuz. Çocuklarımıza her yönüyle bağımsız, onurlu bir Türkiye’yi bırakmak zorundayız. Milli Kurtuluş Savaşının hangi koşullarda verildiğini biliyoruz. Dolayısıyla bizlerin üzerine düşen tarihi bir sorumluluk var. Cumhuriyet Halk Partililerin üzerine düşen tarihi bir sorumluluk var. Cumhuriyeti kuranlar yani başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, demokrasiyi de inşa etmek istediler, çok partili hayatı getirmek istediler, bunun da mücadelesini verdiler, girişimlerde bulundular ama olmadı. Sonra onun arkadaşı, İnönü Savaşlarının kahramanı İsmet İnönü, çok partili yaşama geçirdi bu ülkeyi. Demokraside en büyük adımı attı ama bir şey daha yaptı, dünya siyaset tarihinde ender rastlanan bir şeyi yaptı. Savaş meydanlarının kahramanı, dönemin Milli Şefi olan İnönü, seçimi kaybettiğinde rakibine buyurun gelin, devleti siz yöneteceksiniz dedi, yürüyerek evine gitti. Tarihte yoktur böyle bir şey. Demokrasiye inananlar ancak bunu yaparlar.


Dolayısıyla iktidarda kalmak için her türlü numarayı çevirip acaba nasıl olur da iktidarda kalmanın yollarını ararım diyenler bu ülkeye katkıda bulunamazlar, demokrasilerine katkıda bulunamazlar. Ne diyor Anayasamız? “Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır.” Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurları ne demektir? Siyasi görüşleri, ekonomik görüşleri, toplumsal görüşleri her siyasi parti kendisine göre yorumlar ve kamuoyuyla paylaşır. Halkın desteğini alan siyasi parti yaşar, halkın desteğini almayan siyasi partiler tarihin çöp sepetine atılırlar. Dolayısıyla biz siyasi partilerin kapatılması, siyasi partilerin sonlandırılması gibi bir süreci bırakmak zorundayız demokrasiyi eğer savunuyorsak. Bizim partimiz de kapatıldı. Bizim eskiden, cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, bütün illerde ve ilçelerde binalarımız vardı; mal varlıklarımıza el kondu, arşivlerimize el kondu, binalarımıza el kondu ama biz demokrasi mücadelesinden vazgeçmedik.

Demokrasiyi savunmak farklı bir şeydir. Demokrasiyi savunmak, insan haklarını savunmak demektir. Demokrasiyi savunmak, özgürlüğü savunmak demektir. Demokrasiyi savunmak, can ve mal güvenliğini sağlamak demektir. Demokrasiyi savunmak, insana saygı duymak demektir. Demokrasiyi savunmak, benim gibi düşünmeyen insanın düşüncesini özgürce söyleyebileceği bir rejimi savunmaktır. Demokrasiyi savunmak, milli iradeyi savunmak demektir. Demokrasiyi savunmak, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir cümlesini savunmak demektir, hakimiyet bila kaydü şart milletindir demektir.


Bakın değerli arkadaşlarım, 106 yıl önce Çanakkale Savaşını kazandık. Çanakkale’yi geçilmez kılanlar bedenlerini koydular savaş meydanına. O bedenlerin içindeki ruh Çanakkale’yi geçilmez yaptı 1915’de. 1918’de ne oldu, 3 yıl sonra ne oldu? 3 yıl sonra Çanakkale’yi geçilmez yapanların iradesi yerle bir edildi. Nasıl? Bir kişi çıktı, bir anlaşmayı imzaladı, o gemilerin tamamı Çanakkale’den bir kurşun atılmadan geldi Dolmabahçe Sarayının önünde demirledi. Neden biz tek adam rejimine karşı çıkıyoruz? İşte bunun için. Yüzbinlerin hayatını feda ettiği Çanakkale’yi geçilmez kılanların iradesi, bir kişinin iradesiyle yerle bir edildi, o gemiler geldi Dolmabahçe‘nin önünde demirledi ve Osmanlının payitahtı işgal edildi. Ama Çanakkale ruhunu yaşatan birisi vardı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ne dedi? “Geldikleri gibi gidecekler” dedi. Tarihi bir sözdür. Çanakkale’de o mücadeleyi vermeyen, bu cümleyi asla kullanamaz. Bu cümleyi kullananlar o mücadelenin içinden gelenlerdir. Geldikleri gibi gidecekler dedi ve geldikleri gibi gönderdi. Ve bizler kendi evlatlarımıza, çocuklarımıza kendi tarihimizi anlatmak zorundayız. Çanakkale’de Türkiye coğrafyasının her karışından insanımız vardır, her bölgesinden insanımız vardır. O mücadele, birlikte verdiğimiz bir mücadeledir.


Ve bugün siyaset önemli bir sorunla karşı karşıyadır. Nedir o sorun? İnanç üzerinden siyaset yanlıştır, biz herkesin inancına saygı gösteririz. Kimlik üzerinden siyaset yanlıştır, biz herkesin kimliğine saygı gösteririz. Yaşam tarzı üzerinden siyaset yanlıştır, herkesin yaşam tarzına saygı gösteririz. Eğer kimlik üzerinden, yaşam tarzı üzerinden, inanç üzerinden siyaset yaparsanız toplumu kutuplaştırırsınız ve toplumu kavga eder hale getirirsiniz. Demokrasilerde bunlar olmaz ve bunlar normalde bütün demokrasilerde yasaktır. Ama bizim ülkemizde maalesef toplum ayrıştı, toplum bölündü. Sorumlusu ülkeyiyönetenlerdir. Biz kuruluş felsefesine aynen bağlıyız. Kurucu felsefemiz neyse aynı felsefeyi çocuklarımıza da göstermek ve öğretmek zorundayız. Ülkenin birliği ve bütünlüğü bizim için her şeyden önemlidir. Bayrağımıza saygı her şeyden önemlidir. Siyaseti bu zeminde yapmak zorundayız. Siyaseti böyle geliştirmek zorundayız.


Peki biz nasıl bir siyaset düşünüyoruz? Madem bir il binasındayız, madem Cumhuriyet Halk Partiliyiz nasıl bir siyaset düşünüyoruz? Kimlik üzerinden mi, yaşam tarzı üzerinden mi, inançlar üzerinden mi? Hayır bunları reddediyoruz. Biz sosyal kimlikler üzerinden siyaset yapıyoruz. Ne demek sosyal kimlikler? Emekliler bir sosyal kimliktir. Bütün emeklilerin hakkını savunuyor muyuz? Evet savunuyoruz. Hangi partiden, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun her emekli bilmeli ki Cumhuriyet Halk Partisi bizi savunuyor.


İşsizler… İşsizlik de bir sosyal kimlik midir? Evet, sosyal kimliktir. Biz işsizlik sorununa çözüm bulunmalı derken kişinin kimliğine bakıyor muyuz, inancına bakıyor muyuz, yaşam tarzına bakıyor muyuz, hangi partilidir bakıyor muyuz? Hayır. Ne diyoruz? Cumhuriyet Halk Partisi olarak diyoruz ki, işsizlik sorununu çözeceğiz. Çiftçiler; o da bir sosyal kimliktir. Çiftçileri ayrıştırıyor muyuz, bölüyor muyuz, doğulu, batılı, güneyli kuzeyli diye ayırıyor muyuz? Hayır. Bu ülkede üreten, alın teri döken bütün çiftçilerin hakkını savunuyoruz.
Apartman görevlileri; bize hizmet eden insanlar. Ayırıyor muyuz onları senin inancın ne kardeşim, kimliğin ne kardeşim, yaşam tarzın ne kardeşim? Hayır. Ne diyoruz? Apartman görevlisiysen sorunun varsa söz ben o sorunu çözeceğim.


Kamyon şoförleri, minibüs şoförleri, servisçiler; biz siyaseti sosyal kimlikler üzerinden ve o sosyal kimliğe sahip insanların yaşadıkları sorunların çözümü üzerinden siyaset yapıyoruz. Bizi diğerlerinden ayıran temel nokta budur. Peki bu siyaset tarzını bize miras bırakan kimdir? Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun arkadaşları. Yani Cumhuriyet Halk Partinin kurucuları bize bu felsefeyi bize bırakmıştır.
Kadın – erkek eşitliğini savunuyoruz. Cumhuriyet ilk kurulduğunda okuma yazma oranı kaç? Erkeklerde yüzde 10 civarında. Kadınlarda binde 8. Bin kadından 8’i okuma yazma biliyor. Millet Mektepleri kurulurken kimlik mi soruldu, inanç mı soruldu? Hayır. Millet Mektepleri kuruldu insanlar Türkçe okumasını, yazmasını öğrensin diye. Okuyunca hayatı sorgulamaya başlarsınız, doğruyu, eğriyi ayrıştırmaya başlarsınız. Dolayısıyla tarihin bize yüklediği bir sorumluluk var.


Bugün Türkiye çok iyi yönetilmiyor. Sizler de biliyorsunuz ben de biliyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar zor koşullardır. Biz bunları aşmak zorundayız. Şu anda sorunu olmayan hiçbir kesim yok, her kesimin sorunu var. Sadece bir avuç azınlık, saray ve beslemeleri; onların hiçbir şikayeti yok, bir yerden değil en az beş yerden maaş alıyorlar, bir elleri yağda, bir elleri balda. Ama esnaf perişan, çiftçi perişan, emekli perişan… 19 yıl ülkeyi yöneteceksin, 10 milyonun üstünde işsizlik yaratacaksın. Yüzbinlerce milyonu aşkın üniversite öğrencisi okulu bitirmiş ama işsiz iş bulamıyor.


Biz belediyeler olarak, milletvekilleri olarak, belediye meclis üyeleri olarak, il genel meclisi üyeleri olarak ve sıradan bir vatandaş olarak çalışmak zorundayız. Tarihin bize yüklediği bir sorumluluğun gereğini yapmak zorundayız. Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak zorundayız. Gün, dediğim gibi ayrışma günü değil, gün beraber olma günüdür, ortak mücadele etme günüdür. Önce milli iradeyi halka vereceğiz. Bir kişiden alacağız halka vereceğiz milli iradeyi. Ne dedik? Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bir kişinin egemenliği olmaz. Bir kişinin egemenliğine devleti teslim ettiğinizde, işte o Çanakkale’den sonra bir kurşun atmadan gelirler payitahtı işgal ederler.

Biz tarihi çok iyi bileceğiz, tarihte yaşanan hataları çok iyi bileceğiz, aynı hataları tekrar etmeden onlardan ders çıkararak geleceği inşa edeceğiz. Aynı hatalar sürekli tekrar edilerek iktidar korunmak isteniyor. İktidarlar böyle korunmaz. Halka güveneceksiniz. Halkın iradesine güveneceksiniz ve halka doğruları söyleyeceksiniz.


Şu soru da çok önemlidir; her birimiz vergi ödüyoruz, nereye gidiyor bu paralar? Bizim ödediğimiz vergiler, yeni doğan çocuğun ödediği vergiler neden bir avuç tefeciye gidiyor? Hangi gerekçeyle bir avuç tefeciye gidiyor ve neden bir siyasi iktidar kendi ülkesinde kendi vatandaşından dolar üzerinden borçlanıyor? Acaba gençlerimiz şu gerçeği de biliyorlar mı; Osmanlı imparatorluğunun parasını basan banka hangi bankaydı, yerli bir banka mıydı, milli bir banka mıydı? Hayır, yabancı bir bankaydı. Peki, biz kendi paramızı ne zaman bastık? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasını kurduktan sonra, 1930’da... Kendi parasını basamayan bir devlet olur mu arkadaşlar? Kendi parasını basmak için yabancı bir bankaya mahkum olan bir devlet olur mu? Milli Kurtuluş Savaşının ne kadar değerli olduğunu acaba biliyor muyuz, yeteri kadar genç kuşaklara aktarıyor muyuz?

Biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Tarihin yüklediği sorumluluğun gereğini yapmak zorundayız. Ayrışmadan, toplumun her kesimini kucaklayarak, demokrasi içinde her düşünceye saygı duyarak yolumuza devam etmek zorundayız. Ayrışmak? Ayrıştırabilirler. Bölmek? Bölmek isteyebilirler. Ama biz onları şiddetle ama şiddetle reddedeceğiz. Sıradan bir parti değildir Cumhuriyet Halk Partisi. Sık sık tekrar ederim, Cumhuriyet Halk Partisi avukat bürolarında hazırlanan bir dilekçeyle kurulan bir parti değildir, savaş meydanlarında kurulan bir partidir, sıradan bir parti değildir. Dünyanın en köklü partilerinden birisidir. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi çağın değişimine ayak uyduran bir partidir. Çağdaş uygarlığı yakalamak için mücadele eden bir partidir. Bakınız Türkiye Cumhuriyeti tarihine; yüzlerce, binlerce parti kurulmuştur, ayakta kalan kaç kişidir? Cumhuriyet Halk Partisi bir lider partisi de değildir; çağdaş demokrasiyi hedeflemiş bir kitle partisidir, halkın partisidir, halk partisidir diyoruz zaten. O nedenle tarihin yüklediği sorumluluk var, bunun gereğini yapacağız. Toplumu aydınlatacağız, kutuplaştırmadan. Kavga dilini kullanmadan, herkesi kucaklayarak. Sorunu olan kim olursa olsun yanında olacağız. Bize oy versin veya vermesin yanında olacağız. Sorununu çözünceye kadar onunla birlikte olacağız. Bize yakışan da budur zaten. Biz bize yakışanı yapacağız.


Hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum. Sayın Başkan, binanız hayırlı olsun diyorum. Dediğim gibi bina güzel, binanın içinde oturmak yok binanın dışında çalışacağız hep beraber.