MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup konuşmasında yaptığı açıklamada, Doğan her canlının vakti saati geldiğinde taşıdığı ruh emanetini teslim etmesi mukadderdir. Bundan kaçış yoktur.Her nefsin ölümü tadacak olması ilahi bir takdir hükmüdür.Büyük halk ozanımız Aşık Veysel Şatıroğlu’nun isabetle vurguladığı gibi;
Can kafeste durmaz uçar,
Dünya bir han, konan göçer,
Ay dolanır, yıllar geçer,
Dostlar beni hatırlasın.
Nitekim mühim olan gök kubbede hoş bir seda bırakmak, duayla, şükranla hatırlanmaktır.Mütemadi ve mükerrer olan gerçek, doğum ile ölümünün birbirini takip etmesi, tabir yerindeyse birbirini tamamlamasıdır.Kutlu bir hayat uzun bir hayat değil, haklı bir davayla, haysiyetli bir mücadeleyle dolu dolu geçen hayattır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 84 yıl evvel ebediyete irtihal etmiştir.Buzdağının yalnızca görünen kısmı olan 57 yıllık hayatına bir asırda bile yaşanmayacak olayları sığdırmayı başarmıştır.Aziz Atatürk, Emperyalizmle vuruşa vuruşa İmparatorluğumuzun enkazı altında tomurcuklanmış yeni Türk devletini iman ve irade gücüyle ortaya çıkardı.
Selanik’teki pembe boyalı ahşap evde doğup Türk vatanını zulmetin pençesinden kurtarıp Cumhuriyet’in doğuşunu sağladı.Babasının vefatından sonra annesiyle birlikte gittikleri Dayısı Hüseyin Efendinin köyünde bakla tarlası bekledi, bu esnada karga kovaladı; gün geldi tıpkı kargalar gibi düşmanı da İzmir’e kadar kovalayıp vatanın izzetine, iffetine ve ismeti haremine gölge düşürmedi.
Selanik Mülkiye Rüştiyesinde öğretmeni olan ve haksız muamelelerine uğradığı Hafız Kaymak’ı hiç unutmadı, yeni nesillerin sevgiyle büyümesi, hoşgörüyle ve modern bir tedrisatla yetişmesi için elinden geleni çabayı gösterdi.
O tarihlerde, Annesi Zübeyde Hanımın bir rüyasında, evladının elinde altın tepsi ile bir minareye çıktığını görmesi Mustafa Kemal’in istikbali için parlak bir alamet olarak değerlendirilmişti.
Gerçekten de Türk milletinin istikbal ve istiklali onun emsalsiz mücadelesiyle, adanmış yüreğiyle, anıtlaşmış yüksek ülküleriyle pırıl pırıl parladı.Yetim büyüdü, velakin milletini yetim bırakmadı.Selanik Askeri Rüştiyesinden Harbiye Mektebi de dahil bütün eğitim süresinde büyük bir kumandan ve devlet adamlığı vasfının hamuru yoğruldu.
Atatürk demek inanmış bir vicdan, üstün nitelikli bir dava adamı demektir.Atatürk demek vatan ve milletin saadeti, selameti ve seciyesi demektir.Atatürk demek Milli Mücadele’nin başı, Cumhuriyet’in başarısı, Türkiye’nin banisi demektir.
O bir insandır, kuşkusuz fanidir ve şimdi naçiz vücudu uğruna her şeyi göze aldığı vatan toprağına emanettir.
Bizzat kendisi demişti ki:
“Bana insanüstü bir doğuş yakıştırmaya kalkmayınız; doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.”
Atatürk kurucu bir liderdir.
İlk Cumhurbaşkanımızdır.
Ömrünü Türk milletine vakfetmiştir.
İlk devletimiz Büyük Hun İmparatorluğu’nu kuran Teoman,
Göktürk İmparatorluğu’nu kuran Bumin Han,
Avar İmparatorluğu’nu kuran Bayar Kağan,
Uygur Devleti’ni kuran Kutluğ Kül Bilge Kağan,
Karahanlılar Devleti’ni kuran Bilge Kül Kadir Han,
Gazneliler Devleti’ni kuran Alp Tekin,
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu kuran Selçuk Bey,
Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuran Süleyman Şah,
Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran Osman Bey ve tarihteki diğer Türk devletlerini kuran ecdadımız neyse, Türk milletinin gönlündeki yerleri nasılsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk de tıpkısının aynısıdır.
Türk devlet zincirinin halkaları kesinlikle birbiriyle iç içe geçmiştir.Biri olmadan diğerinin ne anlamından ne de varlığından bahsedilebilecektir.Bu kapsamda Gazi Mustafa Kemal hem Türk Tarihinin, hem Türk milletinin, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin asal paydası, asıl payesi, ortak kıymetidir.
Kuruluşumuzun ve kurtuluşumuzun fikri panzeri Türk milliyetçiliğidir.Nitekim Türk milliyetçiliği Türkiye’nin bağımsızlığını temin etmekle kalmamış, aynı zamanda demokratik yönetimi tesis gayretinin de temel taşı olmuştur.
Atatürk liderliğindeki milliyetçi ve kurucu kahramanlar, esaret ilkelliğine ve sömürgecilik ihtirasına karşı Türk milletinin iradesini Türk milliyetçiliğiyle perçinlemişlerdir.
Kim ne söylerse söylesin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e çok şey borçluyuz.Hepsinden ve her şeyden önce vatan ve varlık borcumuz tartışmasızdır.10 Kasım Aziz Atatürk’ü anlamak, anlatmak, tanımak ve tanıtmak amacıyla 84 yıllık bir tarih tecrübesidir.
10 Kasım bir matem günü değil, yaşanmış onca hadisenin bir idrak, bir ifade, bir ihtiram günüdür.
Az sonra detaylarıyla temas edeceğim üzere, Atatürk’ün kurduğu partinin hasbelkader başına oturan zatın bile isteye sömürgecilerin eline düşmesi, siyasi koloniye dönüşmesi maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esaslarına tümüyle itiraz, hatta ihanettir.
İki gün sonra vefatının 84’üncü yıl dönümünü anacağımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk tam bağımsızlık düşkünü, antiemperyalist karakterli bir asker, milletine sevdalı bir siyaset ve devlet adamıdır.
Şu hususu tarih ve millet huzurunda ifadeye vazifeliyiz ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetleri Milliyetçi Hareket Partisi’nde ve Cumhur İttifakı’ndadır, bu milli emanetlere de asla leke sürdürülmeyecektir.
Aramızdan ayrılışının 84’üncü yıl dönümünde Aziz Atatürk’ü hürmetle, rahmetle, minnetle, tazimle yad ediyorum.
Kurucu kahramanlarımıza, fedakârlık nişanesi şehitlerimize, elleri öpülesi muhterem ceddimize Allah’tan rahmetler diliyorum.
Biz hepsinden razıyız, Rabbim de razı olsun diyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun niyazındayım.
Cumhuriyet’e yıkım projesi diyen arsız ve ahlaksız bölücüler inanıyorum ki milletin iradesiyle yıkılacaklar ve hesap verecekler, sonuçta Aziz Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak ve yaşatılacaktır.
Hiç unutulmasın ki, bu güçlü kararlılık büyük Türk milletinin hükmü şahsiyetiyle mündemiçtir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Merhum büyüğümüz Osman Yüksel Serdengeçti “İmparatorluğa Mersiye” isimli manzum seslenişinde mazinin özlemini çekmiş, elimizden kayıp giden vatan beldelerinin acısına adeta tercüman olmuş ve nihayetinde şöyle demişti:
Bin yıl oldu toprağına basalı,
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı,
Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Yol görünür, hakan emir verirdi,
Dalga dalga ordularım yürürdü,
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,
Dolu dizgin aştık nice belleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Kosovalar, Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,
Açmaz olmuş kızanlığın gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Yıllarca içten içe dövündük, yıllardır kayıplarımıza üzüldük.
Çünkü üç kıtaya tutunmuş, diğer medeniyet ve milletlere tur üstüne tur bindirmiş bir imparatorluk bakiyesini kalbimizde taşıyorduk.
Boynu bükük halde çekildiğimiz toprakları hiç unutmadık.
Arkamızda bıraktığımız mazlum yüzleri, asırlarca birlikte yaşadığımız cefakar kardeşlerimizi hiç aklımızdan çıkarmadık.
Merhum Prof.Dr.Nurettin Topçu Hocamız, “Büyük Fetih” isimli eserinde fetihleri üçe ayırmıştı:
Birincisi, Cengiz Han’ın fethi gibi yükselmeyi gaye edinen ve hırsla yapılan fetihlerdi.
İkincisi, Hz.Mevlana’nın fethi gibi aşk ile yapılan, Allah’a yükselmek için vasıtaya ihtiyaç duymayan fetihlerdi.
Üçüncüsü de, Fatih’in fethi gibi Hakk’a taşıyan istikametleri arayan fetihlerdi.
Merhum Topçu, bu üçüncü fethi, “İnsanla Allah’ın terkibi olan hareket” biçiminde düşünmüş ve tanımlamıştı.
Kaldı ki fethin kalıcı ve kuşatıcı olması için de başka bir seçenek yoktu.
Tarihimizin her noktasında, derinlere tutunmuş manevi bir hissiyatın, akıl ve ahlakla takviye edilmiş hassas bir fikri muhtevanın berrak izlerini görmek mümkün ve muhtemeldir.
Geçmişe hasret duymak halden memnuniyetsizlik veya gelecekten umutsuzluk karinesi değildir.
Ancak ihmal edemeyeceğimiz bir gerçek varsa o da şudur: Bizim için milli hafızada yer etmiş her toprak parçası vatandır ve öyle de kalacak, ilelebet nesilden nesile bir dua gibi anlatılarak intikal edecek ve yaşayacaktır.
Artık sızlanmaya gerek yoktur, buna ihtiyaç yoktur.
Türk milleti belini doğrultmuş, düştüğü her muhitten daha güçlü bir şekilde silkinip kalkmayı bilmiştir.
Dünyanın konuştuğu bir Türkiye tablosu hamd olsun değer biçilemeyen bir resim gibi karşımızda asılıdır.
Mazlumlara elini uzatan, gariplerin gönüllerine dokunan, mağdurların sesi olan bir Türkiye gerçeği hepimize kibre varmayan bir gurur yaşatmaktadır.
Ülkemiz doğuyla batı, kuzeyle güney rotaları arasında uzadıkça uzayan bir köprü, bir buluşma potası, bir kucaklaşma sahası, ümitleri yeşerten bir yardımseverlik şahikası olarak sivrilmiştir.
Bölgesel ve küresel krizlere karşı atıl, edilgen ve pasif bir halden aktif ve atılgan bir diplomasiyle müdahil duruma gelen bir Türkiye’ye ulaşılmıştır.
Bu hayranlık uyandıran muvaffakiyetin arkasındaki yegane kuvvet Türk milletidir, onun ruh kökünden doğan Cumhur İttifakı’dır, dahası milli hedeflere ve tarihi müktesebata müzahir şekilde ihya edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir.
Türkiye, mahir bir siyaset eliyle pergelin sabit ayağını başkent Ankara’ya koyup diğeriyle 360 derecelik bir görüş açısına erişmiş ve dünyayı bu şekilde kavramıştır.
Bilindiği gibi, Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamayla, 29 Ekim 2022’den itibaren Karadeniz Girişimi tarafından tanımlanan güvenlik koridoru boyunca gemi trafiği askıya alınmış, bu çerçevede tahıl sevkiyatı da güvenlik kaygılarından dolayı durdurulmuştu.
İnsani yardım koridorlarının kısa süreliğine tıkanması özellikle gıda mağduriyetiyle çırpınan ülkeleri telaşlandırmıştı.
Kapanan tahıl koridoru, Sayın Cumhurbaşkanımızla Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in sorumlu ve duyarlı işbirliği marifetince 2 Kasım 2022 tarihinde tekrar açılmış, açlık ve yoksulluk çeken toplum ve ülkelere merhamet seferleri yeniden başlamıştır.
Hatta Sayın Erdoğan ile Putin arasında varılan mutabakat esasına göre, tahılın Cibuti, Somali ve Sudan gibi Afrika ülkelerine ücretsiz nakli kararlaştırılmıştır.
Türkiye’nin yapıcı arabuluculuğuyla, Rusya’nın iyi niyetli tutumuyla çok şükür açlar doyurulacak, ihtiyaçlar giderilmiş olacaktır.
Bu oldukça sevindirici bir gelişmedir.
Tüm dünya bu pozitif gelişmeyi takdir ve tebrikle karşılamıştır.
Tahıl koridorundaki ısrar ve iradenin Rusya ile Ukrayna arasındaki müzakere ortamını da canlandırması, bu doğrultuda İstanbul’da kurulacak bir masada barışın yeşermesi samimi dileğimiz ve içten beklentimizdir.
Açılan koridordan bugüne kadar 10 milyon tondan fazla tahıl taşınmıştır.
Bu miktarın aslan payını yüzde 47’yle Avrupa ülkeleri alırken, yüzde 13’lük kısmı Afrika ülkelerinin hissesine düşmüştür.
Gıda fiyatlarındaki artış, enflasyondaki yükseliş dünyayı kasıp kavurmaktadır.
Sosyal ve ekonomik alaboralar gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Türkiye, tahılın ihtiyaç sahibi toplumlara ulaştırılması konusunda bütün ülkelere insanlık dersi vermektedir.
Batı kendi karnını, kendi sofrasını düşünürken, Türkiye komşusunun ne yiyip ne içtiğiyle ilgilenmekte, çare ve umut kalesi gibi yükselmektedir.
İnsan haklarını sözde değil özde ve samimiyetle savunan ülke Türkiye’dir.
Batılı ülkeler insani değerlerin siyasetini ve ticaretini yaparken Türkiye bu alanda tıpkı bir bayrak gibi dalgalanmakta, vicdan seferberliğiyle yardım yolu gözleyenlere koşmaktadır.
Bu mesele bir iman meselesidir.
Bu mesele insan onurunu sahiplenme meselesidir.
Avrupa’yı bahçeye benzetip dünyanın geri kalanını ormanla özdeşleştiren AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi’ne hatırlatırım ki, sonsuz bahçeye ulaşmak için gönüllerin dikenden temizlenmesi genel geçer tek yoldur.
Hz. Mevlana diyordu ki; “kalp bir bahçe gibidir, onda mutlaka bir şeyler bitecektir. O halde güzel şeyler ekin ki, güzel şeyler bitsin.”
Biz kalp gözünden bakıyoruz, Batı kâr gözüyle bakıyor.
Biz insani ve vicdani hasletlere bağlıyız, Batı istilacı ve istismarcı açmazlarıyla bağlanıyor, battıkça batıyor.
Bilinmelidir ki, mazlumların çığlığını duymayanlar, duysa bile oralı olmayanlar sağır değil, sahte ve samimiyetsiz odaklardır.
Aynı şeyi dolar milyarderi, petrol zengini bazı İslam ülkelerinin yöneticileri için de söylemek ahlaki tutarlılık gereğidir.
Türkiye doğal gazda inşallah merkez ülke konumuna da gelecektir.
Enerji jeopolitiğinde stratejik üstünlüğün akmaz çatısı sabırla örülmektedir.
Türkiye barışçıl ve milli politikalarıyla, güven veren, caydırıcılık niteliği taşıyan sağlam adımlarıyla, hizipleri ve husumetleri bertaraf eden sağlıklı yaklaşımlarıyla mazimizdeki asalet ve görkemi geleceğin ufkunda aşma beceresini Allah’ın izniyle gösterecektir.
Türkiye’mizle iftihar ediyoruz.
İnkâr ve ithama heveslenenleri de elimizin tersiyle itip boşluğa bırakıyoruz.
Mensubiyetinden onur duyduğumuz milletimizle övünüyoruz.
Satanlarla, sövenlerle, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için fırsat kollayanlarla çetin bir hesaplaşmaya girmekten asla kaçınmayacağımızı açık seçik haykırıyoruz.
Cumhuriyet’in yeni yüzyılının Türk ve Türkiye yüzyılı olacağına candan inanıyoruz.
Geride kalan yüz yılın karanlık ve kalpazan yüzlerine yeni yüzyılın bakir ve tertemiz sayfalarında dipnot olarak bile yer bulunmayacağına yürekten kaniyiz ve kuşkusuz bu kanaatteyiz.
Zaman Türkiye zamanıdır.
Zemin Türk vatanı, Türk-İslam coğrafyalarıdır.
Zafer ise Türk milletinindir, cumhurun yıldızlaşan ve yıldırımlara taş çıkartan bıçkın mücadelesiyle bu zafer 2023 yılında Lider ülke Türkiye idealiyle tezahür edecektir.
Elbette yapacağız, hep birlikte başaracağız.
Değerli Arkadaşlarım,
Bugün ABD’de ara seçimler yapılacaktır.
Amerikan halkı 36 eyaletin valisini seçmekle birlikte, 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nin tamamını ve 100 sandalyeli Senato’nun 35’ini oylarıyla belirleyecektir.
ABD sosyal, ekonomik ve siyasi kördüğümün pençesindedir.
Toplumsal uzlaşma kanama geçirmektedir.
Siyasetteki sert kutuplaşma ABD’yi A’dan Z’ye kuşatmıştır.
Başkan Biden, bugünkü ara seçimlerde Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi ile Senato’da çoğunluğu kazanması halinde kendisi hakkında azil sürecini başlatacaklarını açıklamıştır.
Biz ABD’de yapılan ara seçimlerde kimin kazanıp kaybettiğinden, azil sürecinin ne zaman başlayıp başlamayacağından daha çok demokratik süreçlerin harfiyen ve hassaten işlemesini, sandık sonuçlarına saygı ve riayeti tavsiye ve temenni ediyoruz.
Kaos içindeki bir ABD’nin, bölünme ve ayrışma kulvarına girmiş bir küresel gücün dünyanın diğer ülkelerine de az ya da çok olumsuz tesiri olacağını düşünüyoruz.
Ancak önümüzdeki yılların çok kutuplu dünya panoramasında ABD’nin parçalı ve zayıf güç yapısıyla küresel sahnenin dışına doğru kayacağını öngörüyor, dünya barışı ve beşeri huzur adına bunun ise kaçınılmaz olduğunu değerlendiriyoruz.
Diğer yandan Brezilya’da da seçimler yapılmış, 11 yıl aradan sonra Lula tekrar Devlet Başkanı seçilmiştir.
Fakat bu ülkedeki siyasi tansiyon henüz düşmemiş, kaybeden tarafın demokrasi dışı müdahale çağrıları sonlanmamıştır.
Ayrıca Kore yarımadasında gerginlik günbegün tırmanmaktadır.
Kuzey ile Güney arasındaki karşılıklı güç gösterileri tehlikeli ve tehdit dozu yüksek gelişmeleri tetiklemektedir.
Doğu Asya küresel hegemonik mücadelelerin ağırlık merkezlerinden birisi haline dönüşmüştür.
Bunun yanında Güney Asya’da da sular durulmuş değildir.
Pakistan eski başbakanı İmran Han’a yapılan suikast girişimi bu dost ve kardeş ülkenin siyasi ve toplumsal yapısına hakim olan kırılganlıklara yeni bir çatlak eklemiştir.
Bu ülkede kitlesel protestoların, iç barış ortamını sekteye uğratan derin anlaşmazlıkların kapağı iyice açılmıştır.
Birleşik Krallık siyasi ve ekonomik çalkantılarla boğuşurken, diğer Avrupa ülkeleri yaklaşan kış aylarından dolayı ısınma ve aydınlanma endişesiyle panikleyip kıvranmaktadır.
Çok şükür Türkiye bu konuda çok rahattır, aksini iddia edenler zillete düşen müfteriler korosudur.
İsveç’te yapılan seçimlerden sonra kurulan hükümetin Türkiye’ye sıcak mesajları, yeni başbakanın ülkemize yapacağı ziyareti dikkatimizi çekmektedir.
Bu ülkeyle beraber Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği meselesi iç ve dış siyasetimizin öne çıkan gündem konularından birisidir.
NATO’nun Madrid Zirvesi’nde imza altına alınan üçlü muhtıra gereğince İsveç ve Finlandiya’nın hangi somut adımları attıkları, terörle aralarına nasıl bir sınır koydukları bize göre etraflıca ve titizlikle incelenmesi gereken bir husustur.
İsveç Dışişleri Bakanı’nın, ülkesinin terör örgütü PKK/YPG ile arasına mesafe koyacağını söylemesi yalnızca bir vaattir.
Henüz ikna edici ve Türkiye’nin taleplerini bihakkın karşılayan bir sonuç alınmış veya görülmüş değildir.
İsveç’in yeni hükümetinin PKK/YPG’yle köprüleri atma tasavvurunun mesela bu ülkedeki Sosyal Demokrat Partili eski adalet bakanı tarafından “endişe verici ve çirkin” bulunması oldukça düşündürücü ve düşüklüktür.
Anlaşıldığı kadarıyla İsveç iç muhalefeti PKK/YPG’nin gıyaben ve fiilen denetim ve kontrolündedir.
Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri de, İsveç ve Finlandiya’nın üçlü muhtıranın gereklerini yerine getirdiğini, artık tam üyelik zamanının geldiğini, üyeliklerinin de ülkemiz tarafından en kısa sürede onaylanmasını beklediğini açıklamıştır.
NATO Genel Sekreteri’nin bu dili buyurgan bir dildir ve yaralayıcıdır.NATO Genel Sekreteri’nin TBMM’ne ne yapacağını, nasıl bir karar alacağını dikte etmesi, talimat verir gibi konuşması bize göre edepsizliktir.
Her defasında ifade ettiğimiz gibi, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.Türk milleti adına vekâlet görevini üstlenen muhterem milletvekillerinin NATO Genel Sekreteri’nin beyanatıyla hareket etmesi milli iradenin yok sayılmasıdır.Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.NATO, TBMM’nin üzerindeki bir organ değildir.Biz kararımızı alırken sadece ve sadece Türkiye’mizin çıkarlarına bakarız, Türk milleti ne diyor ona kulak veririz.
NATO Genel Sekreteri boyunu aşan sularda kulaç atmaktan vazgeçmeli, TBMM’ne ödev verme densizliğinden derhal geri dönmelidir.Şayet İsveç ve Finlandiya’nın geçen Haziran ayında imzalanmış Madrid Muhtırası kapsamında sahici ve somut adımları varsa, hükümetimiz bunu tespit ve teşhis etmişse o halde mesele yoktur.
Bu iki ülkenin NATO üyelikleriyle ilgili onay sürecinin önünde herhangi bir engel de kalmayacaktır.
Yok hala kuşkular yakın ve yoğunsa, Türkiye kurnazca oyalanıyorsa, bilinsin ki, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği önünde aşılamayacak bir millet iradesi duracak, bu tarihi irade de asla teslim olmayacaktır.
Türk milleti bildiği ayranı, bilmediği yoğurda değişmeyecektir.
Muhterem Milletvekilleri,
“Nasıl ki insan, başkalarının ruhuyla yaşayamazsa, bir millet de başka tarihlerin hadiseleriyle yaşatılamaz. Hayatımızı hakimiyeti altına alan milli kültürümüz gerçek sahibimizdir.
Biz onun zaruri kıldığı, bizi çevirdiği istikamette hareket etmeye mecburuz. Etmezsek, başka milletlerin kültürünü taklide yeltenirsek, varlığımızda buhranlar başlar.”
Bu sözleri Merhum Hocamız Prof.Dr.Nurettin Topçu, “Kültür ve Medeniyet” isimli eserine kaydetmiştir.
Aynı eserindeki bir başka değerlendirme de şudur:
“Bir nesil kendi varlığını arıyor. Mektebe giden mektepte, mabede giden mabette, servete giden servette, şöhrete giden şöhrette kendi şifasını bulamıyor ve bunun için ruhuna daha ziyade düşman, mukadderatına daha fazla garazkâr olmakta devam ediyor. Niçin, nedir bu sefaletin sebebi? Bunun sebebi iç dünyamızı kaybetmemizdir: İç gözlem terbiyesini bırakarak hep kendi dışımızdaki eşyaya çevrilmemizdir.”
Türk siyasetindeki muhalefet anlayışı başkalarının ruhuyla var olma arayış ve arzusundadır.
Çarpıklık da buradadır.
Ve mezkur muhalefet tantanası iç dünyasını hepten kaybetmiş, ülkesine yabancı başkentlerin prizmasından bakmayı alışkanlık haline getirmiştir.
Gayri milli çoraklığın kaynağı da burada aranmalıdır.
Adına zillet dediğimiz muhalefet partileri buhrandan buhrana sürüklendikçe milletine ve ülkesine iftiralarla saldırmayı geçim kapısı görecek kadar aşağılık bir seviyeye kapılanmaktadır.
Geldiğimiz bu aşamada sayıları altı mı, yedi mi, yoksa sekiz mi olduğu bile muamma hale gelen zillet ittifakı değerler anarşisine kapılmış, dedikodunun anaforuna düşmüştür.
Ahlak kaidelerini, milli karakteri, manevi vecibeleri hiçe sayan bir muhalefetin demokrasiyi yozlaştıracağını sadece kitaplar değil, tecrübeler de deşifre etmektedir.
Türkiye’nin an itibariyle en ciddi sorunu, öne çıkan en temel zorluğu muhalefetin meflûç, melez, menfur ve gayri meşru bir çizgide sabitlenmiş olmasıdır.
Dış güçlerin içerideki etki ajanı veya ücretli acentesi gibi faaliyet gösteren, bu savrulmaya siyaset diyen, bunu da utanmadan demokrasiyle maskeleyen zillet ittifakı bir bakıma demokrasinin cellat başıdır.
Gerçi arsıza sözün, kokmuşa tuzun fayda etmeyeceğini bilsek de millet namına bu tespitleri yapmak, lazım gelen uyarıları paylaşmak ana görevimiz, milli mesuliyetimizdir.
Doğruya doğru demeyi inançla sürdüreceğiz.
Yanlışa düşenlerin de ipliğini pazara çıkaracağız.
Lütfen bir an olsun şu söylediklerimi gözünüzün önünde canlandırmanızı rica ediyorum:
Almanya’nın muhalefet partisi başkanı İstanbul’a gelse ve Taksim İstiklal Caddesi’nde video kaydı yapıp ülkesine verip veriştirse, ne düşünürdünüz?
Ya da Birleşik Krallığın muhalefet partisi İşçi Partisi’nin başkanı Ankara Kızılay’da sokağa çıkıp video çekse ve bunu da sosyal medyasından paylaşsa bunu nasıl yorumlardınız?
Amerika’da muhalefette bulunan Cumhuriyetçilerin ileri gelen bir yöneticisi Çankaya’da ülkesi hakkında ileri geri konuşup bunu da videoyla servis etse buna nasıl bakardınız?
Bir de şöyle sorayım, bu tahayyülünü ifade ettiğim manzaraların size göre gerçekleşme ihtimali ne kadardır? Böyle bir zillete düşmeleri akla ve mantığa muvafık mıdır?
Düşünsenize azgelişmiş bir ülkenin muhalif bir isminin Türkiye’de sokağa düşüp ülkesi aleyhine uluorta konuşması bile hayal sınırlarımızı ihlal eden marjinal bir hal özeti sayılmayacak mıdır?
Bunların hepsini CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yapmış ve imkansızı başarmıştır.Kılıçdaroğlu CHP’nin başına paraşütle indirilmiş ve özel görevle yetkilendirilmiş taşeron bir siyasetçidir.
Bu görev Atatürk’ü itibarsızlaştırma ve CHP’yi silme görevidir.Bu görevin temelinde Dersim isyanının rövanşını almak yatmaktadır.Kılıçdaroğlu’nun hiçbir söz ve eylemi CHP’nin önceki genel başkanlarıyla bağdaşmamaktadır.
Bu tavizkar zihniyetin siyaseti hasım ve hezimet siyasetidir.Kılıçdaroğlu zihnen tutsak, siyaseten de zincirlidir.Kendisi zalimlerin balmumundan mührü olduğunu, yalan ve iftiralarla bezenmiş parşömen kağıda basıldığını göremeyecek kadar şaşkın ve şuursuzdur.
ABD’den sonra Birleşik Krallık’ta soluğu alan Kılıçdaroğlu eşik bekleyip ışık bulacağını sanacak kadar hezeyan nöbetine girmiştir.Kayıp sekiz saatin ve hamburgerli gezinin hemen ardından Birleşik Krallığın sokaklarında kendisini ve partisini de rezil etmiştir.
Biz bundan üzüldük, ama kendisi üzülmemiştir.Biz bundan hicap duyduk, ama kendisi duymamıştır.
Bir ara Londra tefecilerine ağzına geleni söyleyen Kılıçdaroğlu bu kez tefecilerin kafesine kanadı kırık bir kuş gibi girmiş ve yemlenmek için el avuç açmıştır.
Özellikle söylemek isterim ki, kara para aklama ve terörün finansmanı konusunda eksiklikleri bulunan ve risk içeren ülkelerin yakın gözetim altında tutulması demek gri listeye dahil olmaları demektir.
Türkiye’nin gri listede olduğunu saygısızca lanse eden Kılıçdaroğlu, bizim için simsiyah bir şahsiyettir, yalan fabrikasıdır, iftira madenidir.
Birleşik Krallığın gri listede olduğunu bilmeyecek, bilse de itiraf etmeyecek kadar da Türkiye karşıtıdır.
Parlak Türkiye için yatırımcılarla konuşmuş, başka, dünyada toplam beş trilyon dolarlık fon yöneten yatırım bankalarıyla görüşmüş, başka, yüz milyar sterlin yatırım yapmış 14 fonla temas kurmuş, başka, 342 milyar dolarlık büyüklüğüyle teknoloji yatırımı yapan bir yatırım grubuyla buluşmuş.
Bu arada gençlere de seslenen Kılıçdaroğlu, ihtiyaçları olan parayı bulduğunu açıklamış.
Temiz, teknolojik ve iklim dostu parayı Türkiye’ye getirecekmiş.Bu söylediklerim kamera şakası falan değildir.Bir başka anlatımla trajikomik bir film senaryosu da değildir.
Kılıçdaroğlu Türkiye aleyhine kurulan sahnede figüranlık yapmıştır.
Bu sahne, Atatürk’ün kurduğu partiye başkanlık eden şahsın nasıl kafa kola alındığını, nasıl tuzağa çekildiğini, tefeci ithamıyla mangalda kül bırakmadığı çevrelere nasıl da alın beni kullanın, Cumhurbaşkanı adayı yapın diyerek boyun eğdiğini ifşa eden maskaralık sahnesidir.
Kılıçdaroğlu’nun anlata anlata bitiremediği temiz para mavrasının perde arkasında kanlı bir geçmiş, sömürülmüş coğrafyalar, yağmalanmış medeniyetler, çalınmış emekler, gasp edilmiş servetler vardır ve Kılıçdaroğlu işte böylesi bir dipsiz kuyuya merdivensiz inmiştir.
Temiz para derken Türkiye’yi narko devlet olarak yabancı ülkelerde ispiyonlayan Kılıçdaroğlu bizim gözümüzde bu devrin Sait Molla’sı, Ali Kemali, sömürgeciliğin inzibat görevlisidir.
Bir değil bin kere yazıklar olsun diyorum.
Birleşik Krallık’ta kanun kaçaklarıyla görüşmesini de utanç vesikası ve suç ortaklığı olarak görüyorum.
Sayın Kılıçdaroğlu şu düştüğün duruma hiç kafa yordun mu?
Hiç mi etrafında sevenin kalmadı?
Ne yapıyorsun, nereye hizmet ediyorsun, kimlere diyet ödüyorsun diyen hiç mi aklı başında birisi çevrenden çıkmadı?
Temiz bahanesiyle peşine düştüğün parayı emirler listesini eline tutuşturmadan kim sana vaat edecek, kimler buna tamam diyecek?
Kılıçdaroğlu sen herkesi kör, alemi sersem mi sanıyorsun?
O temiz dediğin paraya, bu yılın başında tefeci parası diyordun.
Ey Kılıçdaroğlu, beylik lahana pazarında satılmaz.
Çuvalında buğday yok, boş değirmen arıyorsun.
Bir yanın et kavuruyor, diğer yanın harman savuruyor.
Bir yanın sazlık samanlık, diğer yanın tozluk dumanlık.
Sözde temiz paralarına mihnet ettiklerin yarın seni ayaza çıkarır, bunu da mı bilmiyor, bunu da mı göremiyorsun?
Türk milletinin bir kuruşu bile temizdir, helaldir, alın teridir.
Türkiye’de paraya istikbalini satacak gençlik yoktur.
Türk milleti cebi para dolsun diye ruhunu kiraya asla vermeyecektir.
Para her şeyi yapan diyenler, para için her şeyi yapan çıkarcılardır.
Türkiye’yi sağda solda, ülke içinde ülke dışında, parti odalarında veya grup kürsülerinde kara parayla itham edenler, Türk askerine, Türk polisine uyuşturucu ticaretiyle ilgili çamur atan kim olursa olsun, bizim gözümüzde tescilli vatan hainidir.
Cari açığı kapatmak için uyuşturucu ticaretine göz yumulduğunu iddia etmek çok kirli bir FETÖ ağzıdır.
Bu ağız kanlı bir terör ağzıdır.
Bu ağız Kılıçdaroğlu’yla bütünleşmiş bir ağızdır.
Kılıçdaroğlu’nun söylediği söze bakın, girdiği ilişki ağlarına bakın.
Çömleğine göre turşu kurmuyor, müfterilikte sınır tanımıyor.
Kılıçdaroğlu kara para görmek istiyorsa HDP’yi incelesin, bölücü terör örgütünün hunhar ve karanlık servetiyle ilgilensin.
Türkiye’yi suçlamak şerefli bir tavır değildir.
Kaldı ki doğru değildir, meşru değildir, adil değildir, haklı değildir.
Sayın Kılıçdaroğlu, sandık Londra’da, Washington’da, Berlin’de kurulmayacak.
Oylar Brüksel’de sayılmayacak.
Demokrasinin er meydanı Türkiye düşmanlarının nezaretinde açılmayacak.
Şu yeryüzü er meydanı,
Gönül sevmez her meydanı.
Yüreksize yorgan döşek,
Koç yiğide ver meydanı.
Atlar dizgin dolduranda,
Malazgirt’te, Çaldıran’da,
Sakarya’da gör meydanı,
Kaytan bıyık bura bura.
Gakkoş, Dadaş sıra sıra,
Elaziz’de Çayda Çıra,
Erzurum’da bar meydanı,
Ey içi boş, dışı süslü!
Eli kirli, yüzü paslı!
Yetişsin Asım’ın nesli,
Etsin sana dar meydanı!
Türk milleti Türkiye’yi karalayanlara, yabancı ülke sokaklarında jurnalcilik yapanlara demokrasi meydanını dar edecektir.
Sayın Kılıçdaroğlu, burası Türkiye Cumhuriyeti, burada sana ekmek yoktur, buradan sana çıkış da yoktur.
Allah bir insana verirse, yel getirir, sel getirir, el getirir.
Allah bir insandan alırsa, yel götürür, sel götürür, el götürür.
Zillet ittifakını da Türk milleti geri gelmemek üzere götürecektir.
Değerli Arkadaşlarım,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak başörtüsünü güvenceye alan ve ailenin korunmasını hedefleyen anayasa değişikliğini sonuna kadar destekliyoruz.
Bizim görüşümüz bellidir. Karar ve irademizde bir değişiklik yoktur.
Bu anayasa değişiklik teklifini ya geniş bir mutabakat halinde TBMM’de ele alıp sonuca gidelim ya da halkoylamasıyla milletimizin takdirine sunalım. Biz iki seçeneğe de varız ve hazırız.
CHP dürüstse, sözünün arkasındaysa, başörtüsüne bez parçası demekten pişmansa buyursun, hep birlikte bu meseleyi köklü çözümle buluşturalım.
Bu arada AK Parti heyetinin anayasa değişikliğini görüşmek amacıyla Meclis’te grubu bulunan siyasi partileri ziyaret etmesi de son derece doğal ve doğru bir adımdır.
HDP’yle niye görüşülmüş? Biz buna ne diyecek, nasıl bir tepki gösterecekmişiz? Günlerdir cevabı aranan marazi sorular bunlardır.
HDP’ye nasıl baktığımızı tekrar etmeye lüzum bile duymuyorum.
AK Parti heyetinin CHP’yle kurduğu temasa ses çıkarmayanların bizim sırtımızdan HDP’yi dillerine dolamaları müflis ve müfsit bir tavırdır.
Zira bizim gözümüzde HDP neyse, CHP’de odur ve aynısıdır.
Biz kiminle görüşüldüğüne değil, makul ve demokratik çözümün nasıl olacağına bakıyoruz.
Zarfla değil mazrufla ilgileniyoruz.
Kabuğa değil öze odaklanıyoruz.
Emeklilikte yaşa takılan kardeşlerimizin taleplerinin karşılanmasıyla birlikte bütün sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesini bekliyor ve bunu destekliyoruz.
Bizim gündemimiz milletimizin gündemidir.
Sosyal medyadan Milliyetçi Hareket Partisi’ne asla istikamet çizilemeyecektir.
Fitne tezgahı açanlara, el ovuşturan asalaklara, bozguncu telkinlere, iki yüzlü tahriklere, oyun içinde oyun kuranlara, onunla görüştü, bununla buluştu masalı anlatanlara, Cumhur İttifakı’nı sorgulayanlara kapalıyız, alayına birden de yüzümüzü dönmüş durumdayız. Topuna diyorum ki, haydi başka kapıya.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı en iyi dileklerimle selamlıyor, başarılı, sağlıklı ve verimli bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.