CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:Baharın müjdecisi Nevruz Bayramını dün kutladık. Nevruz, yenilenme demektir. Tabiatın dirilişi demektir. Sevgi ve umutların büyüyüp, yeşermesi demektir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, milletimizin Nevruz Bayramını bir kez daha kutluyor, güzelliklerin, iyiliğin, sevginin, hoşgörünün, bu toprakların dört bir yanını çiçek dalları gibi sarmasını, tüm milletimizi kucaklamasını diliyoruz.  


ZULMÜ ARTANIN ZEVALİ YAKINDIR


Erdoğan Şahsım Hükümeti elinde, gün geçmiyor ki devlet krizi yeni bir zirve yapmasın. Ekonomideki yangına benzin dökülmesin. Yönetilemeyen salgın her gün daha da azmasın. Tüm bunlara bağlı olarak da, milletimiz, Erdoğan’ın şahsım hükümetinin elinde, görülmemiş bir buhranı yaşıyor. Dünya siyaset tarihinden öğrendiğimiz bir gerçek var. Bir yönetimin kibri artarsa, zulmü de artıyor. Anadolu irfanının buna bakış açısı son derece açık: “Zulmü artanın, zevali de yakındır” diyor. Kibrinin esiri olmuş Erdoğan Şahsım Hükümeti elinde Türkiye, yönetilmiyor, oradan oraya savruluyor.  


ÜLKENİN ALTINI ÜSTÜNE GETİRDİLER


Bugün Türkiye Cumhuriyeti; ucube rejim elinde “Anayasal bir devlet” olmaktan çıktı. Kâğıt üstünde “Anayasası olan bir devlet” haline geldi. Keyfilik, kuralsızlık had safhada. Milletimiz Cuma geceleri, huzur içinde yastığa başını koyamıyor. Her Cumartesi sabahı yeni bir kargaşaya, yeni bir kaosa uyanılıyor. Geçtiğimiz hafta sonu da, sabah uyandık, Resmi Gazete’ye bir baktık. Bir el; ülkenin altını, üstüne getirmek için, elinden geleni ardına koymamış. Bir de hafta içinde yaşadıklarımız var. Erdoğan vesayeti altındaki Meclis Başkanını ve vesayeti altındaki yargıyı araç olarak kullanarak önce bir milletvekilinin vekilliğini düşürdü. Sonra da Anayasa Mahkemesi’ne bir parti için kapatma davası açtırdı. İttifakın küçük ortağının ağzına bir parmak bal çaldı. Sarayın sadık bekçisinin kongresinde elini güçlendirdi. Hafta sonunda da, kendi partisinin kongresine giderken, bir parmak balı da, Partisinin içindeki çeşitli kanatların ağzına çalmayı unutmadı.


FAİZ KENDİSİNDEN HABERSİZ ARTTIRILMIŞ GİBİ


10 yıl önce, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek için hazırlanan, İstanbul Sözleşmesi’ni tek bir imzayla feshetti bir gecede. Yetmedi; “Faiz sebep, enflasyon sonuç” safsatasına ideolojik körlükle inanan kesimleri memnun etmek içinde, daha 4,5 ay önce atadığı Merkez Bankası Başkanı’nı gece yarısı kurban etti. Faizler sanki kendisinden habersiz artırılmış gibi, başkanı görevden aldı. Böyle bir keyfilik dünyanın neresinde var? Böyle bir yönetim anlayışı dünyaya pes dedirten bu tür ucubelikler ancak, Cumhur İttifakı’nın, adını dünyada hiç görülmemiş bir biçimde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi koyduğu, Ucube Tek Adam Vesayet Rejiminde var.  


İYİ İŞLEYEN DEMOKRASİDE BUNLAR OLMAZ


İyi işleyen demokrasilerde tek bir kişinin imzasıyla, meclisin yetkileri, milli irade gasbedilmez. İyi işleyen demokrasilerde, milletin kahir ekseriyetiyle inatlaşılmaz. Sırf kendi ideolojik tabanını tatmin etmek için, tek adam iradesiyle, kadınlar, çocuklar, şiddet karşısında korumasız bırakılamaz. İyi işleyen demokrasilerde yöneticiler “emin” olur. Milletin istikbalini ve ikbalini parti kongrelerine meze yapmaz. Sürekli çark etmez. Ama ne yazık ki, kibir ittifakının kendi ikbali söz konusu olunca, milletin refah ve huzurunun hiçbir kıymeti harbiyesi de kalmıyor. Erdoğan’ın kendisinin ve ortağının parti kongrelerinde, ellerini rahatlatmak için yaptığı bu operasyonların bedeli çok ağır oluyor ve bu bedeli milletimiz ödüyor.  


ŞAHSIM HÜKÜMETİ SEBEP, BUHRAN SONUÇTUR


Dün gece yarısından itibaren piyasalar, bir kez daha yangın yerine döndü. Dolar Asya piyasalarında 8 lira 40 kuruşa kadar çıktı. Kamu Bankalarının Hazine birimleri 4,5 ay aradan sonra, yeniden fazla mesai yapmaya başladılar. Piyasalara damat usulü arka kapıdan müdahale söylentileri, yeniden konuşulmaya başlandı. Faizi yüzde 17’den yüzde 19’a çektikten iki gün sonra, Türk Lirası’nın tek bir günde dolar karşısında yüzde 10’un üzerinde, değer yitirmesine sebep olmak. Yüksek faizle milleti ezerken, Türk parasını pul etmek, milleti pahalılığa ezdirmek, gerçekten görülmemiş bir beceriksizliktir. Bunun müellifi de, sorumlusu da, Erdoğan’ın Şahsım Hükümetidir. Şahsım Hükümeti sebep, buhran sonuçtur.  


MERKEZ BANKASI BAŞKANI DAYANMIYOR


10 Temmuz 2018’de göreve başlayan Erdoğan Şahsım Hükümeti, bugün 987. gününü doldurdu. 987 günde Erdoğan’a, Merkez Bankası Başkanı dayandırmak mümkün olmadı. En son bu hafta sonu Erdoğan, dördüncü Merkez Bankası Başkanını da atadı. Yani her 246 günde bir, bu ülkede Merkez Bankası Başkanı değişti. Son başkan sadece 132 gün koltuğunda oturabildi.  


ERDOĞAN’A MERKEZ BANKASI BAŞKANI OLASIN


Eskiler birilerine beddua etmek istediklerinde; “Padişaha vezir olasın” derlermiş. Bu beddua, bu ucube rejim sayesinde bugünden sonra, “Erdoğan’a Merkez Bankası Başkanı olasın”a döndü. Erdoğan; ilk başkanı faizi indirmediği için hal etti. İkinci başkanı faizi artırmadığı için bu sefer hal etti. Üçüncü başkanı faizi artırdığı için hal etti. Dördüncü başkanı da faizleri indirsin diye getirdi işbaşına.  


MADEM ACİL DURUM VAR, FAİZ KARARINI GERİ ALIN


Ama bu başkanda ilk toplantısında, “Yakın zamanda faiz indirimi yok” mesajı verdi. Yetmedi, “Görevden alınan Naci Ağbal’ın, bıraktığı yerden işe devam edeceğini” söyledi. Şimdi madem bu işe önceki başkanın bıraktığı yerden devam edilecekti, o zaman bunun risklerini bile bile Başkanı neden görevden aldınız? Kimse milletin aklıyla alay etmesin. Bir insanın fikri neyse zikri de o olmalı. Madem faiz artıran Merkez Bankası Başkanını, bir gece yarısı kararıyla azledecek kadar acil bir durum vardı, o zaman bugün yapılacak iş bellidir. Hemen Para Politika Kurulunu olağanüstü toplantıya çağırmalıydınız ve faiz kararını geri almalıydınız. Ama sonra da bunun sonuçlarıyla yüzleşmeyi bilmeli, ardından sandığı milletin önüne getirmeliydiniz.  

YAKILAN REZERVLERİN HESABINI SORACAĞIZ


Bu milletin çarçur edilecek, bir 128 milyar doları daha kalmadı. 12 Mart itibariyle, Merkez Bankasının döviz bilançosu, 43 milyar dolar açık veriyor. Sayelerinde Merkez Bankasının kasasında, kendine ait dövizi kalmadı. Hepsi emanet, yani başkasına ait. Bugün Dolar kurunu 7 lira 80 kuruşlarda tutabilmek için, birileri yoğun bir şekilde döviz satıyor. Ama Doların ateşi de bir türlü düşmüyor. Çok açık söyleyeyim. Eğer bugün kamu bankaları eliyle, arka kapı operasyonlarıyla, eldeki emanet rezervler de yakılıyorsa, bunu nasıl yaptığınızı kamuoyuna açıklamanız gerekiyor. Eğer açıklamazsanız bugün satılan dolarları da 128 milyar doların üzerine koyar, hesabını da sizden sorarız.  


SERMAYE KONTROLÜ: ŞÜYUU VUKUUNDAN BETER


Ayrıca sabah bakanların açıklamalarına baktık döviz kasası açık verirken, çok ciddi sonuçları olabilecek “sermaye kontrolü” gibi şüyu vukuundan beter fikirleri öyle kamuoyunun önüne çıkıp rahat rahat telaffuz etmeyin.  


MİLLETİN BAŞINA “DAMAT KADAR” TAŞ DÜŞTÜ


Bugün döviz piyasasındaki yangın, milletimizin cebini yakıp, kavuruyorsa, sebebi kayınpeder damat ikilisinin emsali olmayan beceriksizlikleridir. Biz buharlaşan 128 milyar doların hesabını sordukça, Erdoğan; “Başınıza damat kadar taş düşsün” diyerek, beddua etmişti. Ne yazık ki bedduası tuttu, milletin başına, damat kadar hatta damattan daha büyük taş düştü. Bunun sorumlusu da Erdoğan’ın kendisi. Artık Türkiye’de değiştirilmesi gereken, Merkez Bankası Başkanları veya Hazine ve Maliye Bakanları değildir. Değiştirilmesi gereken, milletin sesini değil, sadece yandaşının sesini dinleyen, metal yorgunu, beyin ölümü gerçekleşmiş, Erdoğan Şahsım Hükümetidir. Erdoğan Şahsım Hükümetinin, millete zarardan başka verecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Sözü de, yolu da tükenmiştir.  


İŞSİZLİKTE KÖTÜ REKORLAR


Daha bu sabah geçtiğimiz yılın tamamına ait işgücü ve istihdam verileri açıklandı. Bir ekonomi yönetimin başarısı, çalışmak isteyen yurttaşlarına ne kadar iş verebildiğiyle ölçülür. Bıraktık yeni iş vermeyi, Erdoğan’ın Şahsım Hükümeti son iki yılda, işi olan yurttaşlarımızın işlerini elinden almış. Böyle bir durumu hiçbir hükümet döneminde yaşamamıştık. 2020’de iş, güç sahibi olan, 650 bin erkek, 618 bin kadın, toplam 1 milyon 268 bin yurttaşımız işini kaybetmiş. Son iki yılda işini kaybeden yurttaşlarımızın sayısı ise, 1 milyon 926 bin kişiye ulaştı. 2020’de iş gücüne dâhil olmayan, yani iş gücü piyasasında olmayan, iş bulamayan ama iş bulursam çalışırım diyenlerin sayısı ilk kez, resmi işsiz sayısını geçti. Resmi işsiz sayısına, “İş bulsam çalışırım” diyenleri, eksik ve yetersiz çalışanlar ve mevsimlik çalışanları ilave ederek, gerçek işsiz sayısını buluyoruz. 2020’de bu sayı 2 milyon 312 bin kişi artmış, 10 milyon 287 bin kişiye ulaşmış. Bu tarihimizde görülmemiş kötü bir rekor! Gerçek işsizlik oranı da, 2020’de 6 puandan fazla artarak, yüzde 29,2’ye sıçramış. Bu da berbat bir rekor!

TCMB BAŞKANINI YİYEREK SORUMLULUKTAN KAÇAMAZSINIZ


Sayın Erdoğan eseriniz ortada. 24 Haziran seçimlerinden önce, “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla, bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” dediniz. Millet verdi yetkiyi. Bugün faizin, doların nerelere geldiğini hep beraber görüyoruz. Türkiye dünya üzerinde, en yüksek faiz uygulayan 7. ekonomi. Türkiye’nin risk primi, yani CDS’leri, bir günde 158 puan birden sıçradı, 466’ya yükseldi. Bu kimin eseri? Bu ülkede hükümet yok mu? Bu sizin eseriniz Sayın Erdoğan. Meydanlarda; “Bu ekonominin sorumlusu benim, ben!” diye bağırdınız. Şimdi TCMB başkanlarını ve bakanlarınızı yiyerek, bu sorumluluktan kaçamazsınız. Bu ülkede Dolar rekor üstüne rekor kırıyorsa, millet her gün biraz daha fakirleşiyorsa, son iki yılda yaklaşık 2 milyon yurttaşımız işinden olduysa, esnaf, çiftçi, KOBİ, ev gençleri, ev kadınları, emekliler artık ne yapacaklarını şaşırdıysa, bunun sorumlusu sizsiniz. Yapmanız gereken bellidir. Emaneti sahibine teslim edin. Sandık milletin önüne gelmelidir. Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti bunu yapamaz, onun yerine sürekli çark.  


KOLTUK ONDA KALSIN, ÜLKE VARSIN YANSIN


Koskoca ülke, George Orwell ’in “1984” romanına döndü. Bu romandaki gibi, dün kara denen bugün ak, dün dost denen, bugün düşman oluveriyor. Erdoğan’ın koltuğunu korumak için yaptığı her şeyi mubah görüyor. Koltuk için harcamayacağı hiçbir kişi, söz, ilke, değer bulunmuyor. Koltuk onda kalsın da, ülke varsın yansın. Umurunda bile değil. Bakın Erdoğan, bundan 10 yıl önce ne demiş? “Kadına şiddet, artık bir insan hakları ihlali. Sözleşme Türkiye’nin öncülüğünde hazırlandı.” İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonra yapılan bu paylaşım. İstanbul Sözleşmesinin terk edildiği gün, tüm dünyaya ve ülkemizdeki tacizcilere, tecavüzcülere, kadın katillerine şu mesajı verdi: “Kadına şiddet, artık insan hakları ihlali değildir.” Artık kadınlara, çocuklara şiddet uygulamak caizdir. İstanbul Sözleşmesi’nin temel amacı neydi? Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak.  


10 YILDA 3 BİN 116 KADIN CİNAYETİ


Kadın cinayetleri ve kadına şiddet, toplumumuzun her kesiminin kanayan yarasıdır. Töre, namus, kıskançlık, adına ne denirse densin. Hiçbir kadın cinayeti mazur görülemez. Ama sadece son 10 yılda, ülkemizde 3 bin 116 kadın cinayete kurban gitti. Caniler kadınların hangi partiye mensup olduğuna bakmadı. Yine bu yılın sadece ilk iki ayında 51 kadın cinayeti yaşandı.


TÜRKİYE, KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE OECD ŞAMPİYONU


Şu grafiğe herkesin çok iyi bakmasını rica ediyorum. Buna göre; Türkiye’de her 100 kadından 38’i, yaşamının bir döneminde, eşinin, sevdiğinin şiddetine maruz kalmış. Bunlar Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın hazırladığı veriler. Bu teşkilatın 37 üyesi var. Ve bu 37 ülke arasında kadına şiddet konusunda Türkiye birinci sırada. Bu tabloya bakıp, hepimiz düşünmeliyiz. Ama bu tabloya bakıp, bu ülkeyi 19 yıldır yönetenler utanmalı.  


OYBİRLİĞİYLE KABUL EDİLEN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TEK İMZAYLA FESHEDİLDİ


Türkiye, İstanbul Sözleşmesini imzalayan ilk ülke, ilk imza Türkiye. Bu sözleşme Parlamentomuzdan da bütün partilerin, bütün milletvekillerinin oy birliğiyle geçti. Yani o dönem tüm partiler bu sözleşmenin şerefine, onuruna ortak oldu. Bugüne kadar bu sözleşmeyi 45 ülke imzaladı. İmzacı ülkelerden 34’üde Parlamentolarında onayladı. İstanbul, böylesine anlamlı bir sözleşmenin isim babası. Dünya üzerinde kendi şehrinin ismiyle anılan ve ilk imzayı attığı bir sözleşmeden, parlamentosundan oybirliğiyle geçirdiği sözleşmeden tek bir imzayla ayrılan başka bir ülke var mıdır bilmiyoruz. Ama bugünden sonra, kadına şiddet ve aile içi şiddet nedeniyle mağdur olacak, tacize, tecavüze uğrayacak, şiddet nedeniyle yaşamını yitirecek her kadının, her çocuğun vebalinin, Erdoğan Şahsım Hükümetinin omuzlarında olduğunu buradan açıkça ifade ediyoruz.  

BU VEBAL İKİ CİHANDA ÖDENMEZ


Erdoğan sadece bununla değil, ülkemizi; demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanan medeni dünyadan koparan imzasıyla, başka bir vebalin daha altına girdi. Ülkemizi; sözüne, imzasına güvenilmez konuma sürükledi. Ülkemize yatırım yapanların tedirginliği bu kararla daha da arttı. Bunun faturası milletimize daha fazla işsizlik, daha fazla pahalılık, daha fazla yoksulluk olarak çıkacaktır. Bütün bunların vebali iki cihanda dahi ödenmez.


MİLLETE GÖZDAĞI


Milletimiz yapılmak istenenin farkındadır. İstanbul Sözleşmesinden ayrılmaya, toplumun kahir ekseriyeti karşıdır. Bu yapılanla verilen mesajın içeriği kadar, mesajın veriliş şekli de düşündürücüdür. Bu, Milletimize verilmiş açık bir gözdağıdır. Bu, tek bir imzayla, “Tüm kazanılmış haklarınızı elinizden alırım” tehdididir. Böyle tehdit ve gözdağı verilen bir ülkede, hiç kimsenin ne canı, ne de malı güven altında değildir.


TEK İMZAYLA LOZAN’DAN AYRILABİLİR


Bu yol bir kez açılırsa, Erdoğan’ın bir başka Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de pek ala tek imzayla çıkması mümkündür. Hatta Şahsım Hükümeti olarak kendi kendine çıkardığı, 9 sayılı kararnameyle, yani kendisine vermiş olduğu tek imza yetkiyle, ülkemizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’ndan, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden bile ayrılabilir. Ne de olsa Erdoğan’ın koltuğunu korumak için yapacaklarının sınırı, artık uzay boşluğudur… Erdoğan’ın koltuğunu korumak için kendi partisindeki, bazı kafaları tatmin etmek amacıyla bu imzaları attığı görülüyor.  


BU ÜLKE, SARAY’IN KİBİRLİSİNE EMANET EDİLEMEZ


Şunu herkes bilsin. Bu ülke artık, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önleyen Uluslararası bir Sözleşmeyi, “Tek imzayla feshettim” diyebilen, Sarayın kibirlisine emanet edilemez. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, vatandaşlarımızın insan olmaktan kaynaklanan her türlü hakkının ve hakkı, hukuku, adaleti arama mücadelesinin hep yanında olacağız.

TÜRK KADINI ZİNCİRLERİ KIRACAKTIR


Bizim bu meselelere bakış açımız, bununla ilgili vizyonumuz, ilk ve ebedi Genel Başkanımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerinde saklıdır:
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. (…)Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşur. Kabul edilebilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını yükselttirelim, diğerini görmezlikten gelelim de kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?”
Evet, Türk kadını, Erdoğan’ın ayaklarına vurmak istediği zincirleri, elbette kıracaktır.  


TÜRKİYE’NİN DÖRT YANI KIRMIZI ALARM VERİYOR


Erdoğan Şahsım Rejiminin gerçekten iflas ettiği bir başka alan, Kovid-19 salgınıyla mücadeledir. Son dört gündür, günlük vaka sayıları, yeniden 20 binin üzerine yerleşti. 88 gün aranın ardından bu sayılarla ilk defa karşılaşıyoruz. Yine tam 41 gün sonra, günlük vefat sayıları da yeniden 100’ün üzerine çıktı. Haritaya baktığımızda Türkiye’nin dört bir yanı kırmızı alarm veriyor. Ama Sağlık Bakanı hala, “Yarın bugünden tedbirli olalım” diye tweet atıp, sorumluluğu millete yıkmaya çalışıyor. Yine aşılamada da ciddi sıkıntılar var. İlk doz aşısını yaptıranların sayısı günde 8 binli rakamlara düştü. Toplumsal bağışıklık için en az 55 milyon yurttaşımızı aşılamamız gerek. Ama şuanda iki doz aşıyı tamamlayan yurttaşlarımızın sayısı, 5 milyonu biraz geçiyor. Yani hedefin yüzde 10’unu bile daha yakalayamadık. 

 
LOKANTADA 19.00’DAN SONRA BULAŞAN VİRÜS


Bu arada apartman görevlilerimiz, down sendromlu vatandaşlarımız ciddi risk gurubunda. Mutlaka bu iki gruba da aşılamada öncelik verilmesi gerekiyor. Ülke yangın yerine dönmüşken, lebalep kongreler devam ediyor. Belki de bu sessizlik, suskunluk Çarşamba günü yapılacak olan AK Parti Kongresine kadar sürecek. Türkiye’nin dört bir yanından taşınan AK partililer, kongre salonunda virüs değiş tokuşunda bulunacak. Ama diğer tarafta lokantacılar, restoranlar, kahveler akşam saat 7’de, dükkân kapatmaya devam edecek. Böyle bir farklı muamele, ne görüldü, ne duyuldu. AK Parti kongresine katılanlara virüs bulaşmıyor ama bir lokantada her türlü önlemini alarak, sosyal mesafeye uyarak yemek yiyen müşterilere saat 19.00’dan sonra virüs bulaşıyor.
EMANETİ SAHİBİNE İADE EDİN
Sayın Erdoğan, artık ülkeyi yönetemediğiniz gerçeğiyle artık yüzleşin. Bu milletin medeniyet yürüyüşünün önünde takoz olmayı bırakın. Çarşamba günü yapacağınız kongrenizi, millet için bir hayra dönüştürün. Artık milletin canını daha fazla yakmayın. Milletin Cüzdanını daha fazla boşaltmayın. Size bırakılan son mektubu da açın. Sizden sonra geleceklere bırakmak üzere, üç mektup da siz hazırlayın. Emaneti sahibine milletimize iade edin. Milletin hakemliğinden kaçmayın. Bu millete Çarşamba günü vereceğiniz en hayırlı haber, erken seçim kararıdır. Artık sizin yapabileceğiniz tek reform budur. Bundan sonrası dikiş tutmaz. Sandığı biran önce milletin önüne getirin. Ak koyun, kara koyun kimmiş milletimiz karar versin. Milletimiz yerel yönetim seçimlerinde çoban ateşlerini yaktı. Şimdi bu ateşlerin aydınlığını tüm ülkemize yaymak, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana dostlarımızla beraber, CHP kadrolarını işbaşına getirmek için sabırsızlanıyor.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa alıyım. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
 
Soru- AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Biden ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki tartışmaya taraf oldu. “Biden’in Putin hakkındaki sözleri kabul edilebilir değildir” dedi. Siz bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Hayretle karşılıyorum. Yani önceki ABD Başkanının hakaret dolu mektubuna hak ettiği yanıtı veremeyen, İdlib’de 34 askerimizin, Mehmetçiğimizin şehit edilmesinin hesabını Kremlin’den soramayan, milletimizi üzüntüye boğan Erdoğan’ın ABD ve Rusya Başkanları arasındaki diyalogla ilgili ahkam kesmeye kalkması açıkçası trajiktir, trajikomiktir, abesle iştigaldir. Önce bir ABD’nin kendisine ettiği hakaretlere bir yanıt versin. Rusya’nın şehit ettiği evlatlarımızın hesabını bir sorsun, milletimizin vicdanını rahatlatsın. Şunu açıkça ifade edeyim, mesele iktidarda kalmak değildir itibarda kalmaktır.
 
Soru- DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasından önce Cumhurbaşkanının Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk’ü ziyaretini ve o ziyarette İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasının gündeme geldiğini hatırlattı ve “Bu fesih bir ittifak hamlesi, ittifak ortaklarına tatlandırıcı olarak sunuldu” dedi. Siz İstanbul Sözleşmesinin feshini siyasi olarak nasıl yorumlarsınız?
Faik ÖZTRAK- Aslında konuşmamda bunu nasıl değerlendirdiğimizi açıkladım. Erdoğan milletin metal yorgunu yönetimine notunu verdiğini, vatandaşların sabırsızlıkla beklediği ilk sandıkta da tasdiknamesini vereceğini görüyor. Şimdi sıkıştı son çare olarak terk ettim dediklerine çiçek atmaya başladı. Ama Anadolu ve Trakya’nın mayasında feraset vardır. Milletimiz her yapılanı görür, her söyleneni duyar. Hep söylüyorum, Erdoğan için “yaklaşıyor yaklaşmakta olan...” Başta kadınlar, milletimiz ilk sandıkta gereğini yapacaktır. Erdoğan’a gerekli cevabı en sert biçimde verecektir.
 
Soru- Efendim İstanbul Sözleşmesinden devam edecek olursak, CHP bu feshe yönelik Danıştay’a başvuracağını açıklamıştı. Zamanlama belli mi? Bir de milletvekilleri teker teker bireysel olarak mı yoksa toplu halde CHP’nin kurumsal kimliğiyle mi bir başvuru gerçekleştirecek?
Faik ÖZTRAK- Arkadaşlarımız gerekli hazırlıkları bu çerçevede yapıyorlar. Bununla ilgili işlemleri en kısa zamanda tamamlayacaklardır. Ama bunu sadece bir hukuki mücadele olarak görmemek lazım... Bu konu bir insan hakları mücadelesidir ve bu çerçevede insan hakları ihlal edilen kadınların ve çocukların Cumhuriyet Halk Partisi en güçlü bir biçimde yanında olmaya devam edecektir.